BUZLAR KRALİÇESİ KATE LANPHEAR

ELLE Amerika Stil Direktörü Kate Lanphear'ın İstanbul macerası, haberimizde.

ELLE ONLINE ELLE ONLINE 04 Nisan 2016
BUZLAR KRALİÇESİ KATE LANPHEAR
ELLE Amerika'nın stil direktörü Kate Lanphear bir moda olayı. Tıpkı bir doğa olayı gibi etki ediyor kendisini görenlere. İstanbul Fashion Week süresince peşinde olduğum Lanphear'ın üzerimdeki tesirini kelimelere dökmenin vaktidir. İşte benim gözümden Kate adlı kusursuz fenomen.





Onu ilk kez, Istanbul Fashion Week defilelerinin yapıldığı İTÜ Taşkışla Kampüsü'ndeki çadırda görü yorum. Etrafında bir ışık huzmesi olduğundan eminim. Zira uzaktan gördüğüm anda bile gözlerim kamaşıyor. Yanına yaklaştıkça etrafına saçtığı ışığın kuvveti artıyor. Sebebi, beyaza çalan platin sarısı saçları veya porselen pürüzsüzlüğündeki cildi mi acaba? Tarifi güç bir moda olayıyla karşı karşıya olduğumu o anda anlıyorum. Çünkü fotoğraflarda gördüğünüzden çok daha fazlası Kate Lanphear.





Üzerinde, siyah Stella McCartney smokin tulumu var. Kolları, sertliğine sertlik katan, punk aksesuarlarla bezeli. Yüzünde “Yaklaşanı yakarım” ifadesi hakim. Ulaşılmaz görünmek için çabalamıyor. Mesafeli duruşundan ötürü kendisine ulaşmanın pek de kolay olmadığını duyumsuyorsunuz. Tüm bu sert kabuğu, tarzıyla da müthiş bir ahenk içinde. Cici kız olmadığı her halinden belli ama bu, onu daha cazip kılıyor.





KİM BU KATE?





Belli başlı moda haftaları gelip çattığında Tommy Ton, Scott Schuman ve The Street Peeper gibi sokak modası fotoğrafları çeken blogger'ların en çok fotoğrafladığı isimlerin başında geliyor Kate Lanphear. Tarzının bu kadar takdir görmesi de bu blogger'lar sayesinde oldu aslında. Monokrom renklerin hüküm sürdüğü androjen stili, her fotoğrafla birlikte hafızalarda daha derin izler bırakmaya başlayınca yavaş yavaş ilahe mertebesine yükseldi.





Tüm cesaretimi toplayıp ona doğru yöneliyorum. Lanphear'ın buz gibi cool görüntüsünün yanında kendimi vişneli tart gibi hissediyorum. Çünkü üzerimde mor dökümlü bir pantolon ve kırlangıç desenli bir gömlek var. Siyahlara bürünmüş bu moda olayıyla kıyaslandığımda onun tam zıttı bir tarz ortaya koyuyorum. Bu düşünceleri kafamdan kovup Lanphear'a kendimi tanıtıyorum. Büyük bir nezaketle yanındaki arkadaşları Nylon Dergisi moda direktörü Joseph Errico ve Interview Dergisi eğlence direktörü Lauren TabachBank'le tanıştırıyor beni. Sohbet etmeye başladığımız anda yüzündeki donuk ifade yavaş yavaş silinmeye başlıyor. “Buzlar eriyor” diyorum kendi kendime. Hem ben vişneli tartsam, o da pekala benim yanımda servis edilen vanilyalı dondurma olabilir.


~Lanphear'ın bu ilahe statüsünün pek de farkında olmadığını konuşmalarımız sırasında anlıyorum. Fotoğraflarını ELLE'in Facebook sayfasına yüklediğimde ne kadar çok yorum aldığımızı anlattığımda, “İnanamıyorum” diyor. Davetlilerimizden blogger Pascal Grob, sadece Lanphear'a adanmış bir blog'un varlığından söz edince “Gerçekten mi? Ben sadece Virginialı bir kızım” cevabını veriyor. Tevazu gösterip göstermediğini kestiremiyorum. Kendisine yöneltilen bakışları görmemesi ve ona ilahe muamelesi yapan insanları fark etmemesi mümkün mü? Kim bilir belki de tüm bunları umursamayacak kadar cool'dur.





Amerika'nın güneyinden oluşunu, birlikte geçirdiğimiz zaman zarfında birkaç kez vurguluyor. Anne ve babasının hakim, ablasınınsa avukat olduğundan bahsediyor. Stil anlamında ablasını örnek almadığını anlatmak için “O tam bir Amerikalı gibi giyinir” diyor. Tüm bu “normal”liğin arasında Lanphear'ın punk stilinin nasıl evrildiği bir muamma. Yırtık tişörtler, zincirler, zımba detayları, siyah skinny jean'ler, vahşi ayakkabılar ve “tailored” ceketler, gardırobuna bir şekilde sızmayı başardığı için stilinin peşinden koşanların sayısı her geçen gün artıyor. Ancak bu onun, fotoğraf makinel rinden ve kameralardan ürkmesine engel olmuyor. Röportaj vermekten hiç hoşlanmadığını anla tırken yine Güneyli'liğinden dem vurarak “Güneyliler pek akıllı olmazlar” deyiveriyor. Bu beyanatıyla ironik olmaya çalıştığını düşünüyorum. Zira kari yer basamaklarını emin adımlarla çıkan bir kadınla karşı karşıya olduğumu çok iyi biliyorum. Moda kariyerine Avustralya'da başlayan Lanphear, orada modayla ilgili akla gelen her türlü işi yapmış. Avustralya Vogue ve Harper's Bazaar dergilerinde görev aldıktan sonra Amerika'ya dönerek buradaki Harper's Bazaar'da çalışmaya başlamış. “Avustralya'da çalıştığım ekipler o kadar küçüktü ki, dergi hazırlanırken her şeyi yapıyordum” diyerek eski günlerini yâd ediyor. “New York'sa bambaşka bir hikaye” diyor. Amerikan Harper's Bazaar'ın ardından ELLE'in dikkatini çekiyor ve zaman içinde stil direktörlüğüne kadar yükseliyor. New York'tan bahsederken “Bambaşka bir hikaye” demesinin nedenini daha sonra anlıyorum. “Ekibimiz o kadar geniş ki, iç çamaşırı editörlüğü ve güneş gözlüğü editörlüğü gibi pozisyonlar bile var” dediğinde, New York'ta köklü bir dergide çalışmanın ne demek olduğunu gözümün önüne getirebiliyorum.


~ KATE'İN İSTANBUL'U





“Beni hayrete düşürecek güzellikte. Sabah saatlerinde buraya vardığımda gördüğüm İstanbul'la, gece gördüğüm arasında büyük fark var. Gecenin ışıklarıyla daha da büyüleyici oluyor.” İşte bu sözlerle tarif ediyor Lanphear, İstanbul'u. Sultanahmet ve Kapalıçarşı gezintilerinden sonra şehrin, onun nazarındaki büyüsünün arttığını söylüyor. “Ne kadar ilham verici!” Favorisi, Yerebatan Sarnıcı oluyor. Sarnıcın karanlık atmosferiyle Lanphear'ın gotik tarzı arasında benzerlikler olduğunu düşünüyorum bir an. Sarnıcın içindeki mimari harikası sütunlar misali olan tarzını, Helmut Lang, Martin Margiela ve Azzedine Alaia gibi markalardan parçalar kullanarak ortaya koyuyor.





İstanbul Fashion Week'in ilk karma defilesini izlemek için ön sıraya kurulduğumuzda pantolonu ve yeleğine bayıldığımı itiraf ediyorum. “İkisi de Helmut Lang. Karşı koyamadığım bir marka” diyor. İstanbul'dan sonra, New York başta olmak üzere moda merkezlerindeki defilelere katılacak olan Lanp hear'a hangi şovları dört gözle beklediğini soruyorum. “Alexander McQueen'in ölümünün ardından bu dahinin yokluğunda markanın nasıl bir koleksiyon sunacağını merak ediyorum. Phoebe Philo altın çağını yaşıyor. Céline'de bu sezon göreceklerimiz beni heyecanlandırıyor. Céline, Balmainmania'yı sona erdirdi” yanıtını alıyorum.





Ben, Lanphearmania'nın kolay kolay son bulmayacağını iddia edebilirim. Onunla gezdiğimiz her yerde, bakışların nasıl büyük bir hızla kendisine çevrildiğini şahit oluyorum. Sanırım buna çok alışık olduğu için umursamıyor. İstanbul Modern'de Dice Kayek'in “İstanbul Contrast” sergisini gezerken, sergilenenler kadar Lanphear'ın kendisi de insanların ilgisini çekiyor. O da kıyafetleri hayran hayran seyrediyor. “Tam benim hoşuma giden mimari formlara sahipler” diyor. Bu serginin ardından sıra, Hussein Chalayan'ın retrospektifine geliyor. Sergi alanına doğru yürürken Richard Wentworth'un tavandan kitaplar sarkıtarak oluşturduğu “Sahte Tavan” adlı çalışması Lanphear'ı büyülüyor. Büyük bir beğeniyle tavanı seyrederken fotoğraflar çekmeye başlıyor. Hatta kenardaki oturma yerlerine uzanıp bir fotoğraf çekmeye yelteniyor. Bu sırada etraftaki fotoğrafçıların kendisini fotoğrafladıklarını fark edince vazgeçiyor. Ne kadar rahat görünse de her dakika fotoğrafının çekilmesinden hoşlanmadığını hissediyorum. Zaten daha sonra fotoğrafçımız Burak İşseven'e “Ben ne bir oyuncuyum, ne de ünlü bir yıldız. Etrafımda sürekli flaşların patlamasından rahatsız oluyorum” dediğinde hislerim doğrulanmış oluyor.


~

PUNK ROCK STİL KODU

Onunla geçirdiğim günler boyunca Kate Lanphear'ın stiline baktığımda kulaklarımda David Bowie'den ve Guns N'Roses'dan şarkılar çınlıyor.

Siyah pantolonunu beyaz atleti, siyah yırtık bluzu ve mükemmel kesimli ceketiyle tamamlayarak geldiği ELLE'in Topaz'daki yemek davetinde, David Bowie “Rebel Rebel”i söylüyor. Bir başka gün, yine siyahlar içindeki heykelsi pantolon ve ceketini beyaz gömlekle birlikte giydiğinde Guns N'Roses “Knockin' on Heaven's Door” diye  haykırıyor.

Maskülen kesimleri sevdiğini söylüyor Lanphear. Katolik ikonografisine de aynı derecede düşkün. Agresif aksesuarlarını nerelerden topladığını merak ediyorum. “Tek bir yerden almıyorum. Bazılarını seyahat ettiğim yerlerde buluyorum, bazılarını arkadaşlarım hediye ediyor.” Bu aksesuarların stil kodunun kilit parçalarından biri olduğunu bili yorum. Bol bol deri, zincir, zımba ve diken içeren aksesuarlarda da sertlik, olmazsa olmaz öğe.

Tarzı bu kadar net çizgilerle belirlenmiş bir kadından, izlediği defileler arasında en çok beğendiklerini öğrenmek istiyorum. “Buraya genç tasarımlara destek olmak ve onları izlemek için geldim. Gördüklerim  arasında  en iyisi Zeynep Tosun'du. Koleksiyonun pastel renkleri ve desenleri harikaydı” diyor. Bora Aksu defilesinin çıkışında da, “Romantik olmasına rağmen içinde punk estetik barındıran bir koleksiyon sundu. Yırtılmış gibi görünen parçalar nefisti” sözleriyle koleksiyonu övüyor. Şimdi övgü sırası bende. Kate Lanphear'ı İstanbul'da ağırlamak eşsiz bir tecrübeydi. Buraya davet edildiği için minnettar olan, tanıştığı herkesi kendisine hayran bırakan “Buzlar Kraliçesi”ne hayran kalmamak elde mi?             

Yazı: Seda Yılmaz


ETİKETLER
SON HABERLER

Dergide Bu Ay

ELLE 300. Sayı Çıktı!

ELLE 300. Sayı Çıktı!

300. Sayımızın konuk baş editörü ve kapak kızı Serenay Sarıkaya!

BU SAYIDA NELER VAR?

E-Bülten Aboneliği

E-bültenimize şimdi abone olun,
magazin dünyasındaki tüm gelişmelerden anında haberiniz olsun.