Murat Süter
25 yaşına kadar doğru dürüst vitrinlere bile bakmamış bir moda sihirbazı.
ELLE ONLINE 26 Temmuz 2010#text>MURAT SÜTER: Ben kendim hakkında konuşmayı hiç sevemedim nedense. ‘Şunları şunları yaptım’ demek, çok hoşuma gitmiyor. Yani başarmak çok hoş ama hakkında konuşmak hoşuma gitmiyor işte. Şimdiye kadar hep kamera arkasında olmayı tercih ettim, medyadan hep kaçtım açıkçası. Herkese ilginç gelen de bu oldu zaten. Fakat Beymen’den sonra hep yapmak istediklerimi yapmaya çalışırken bu teklif geldi ve ben de açıkçası eğleneceğimi düşündüm. #text>
#text>
#text>ELLE: Göz önünde olmamanıza rağmen nasıl olmuş da akıllarına gelmişsiniz? #text>
#text>M.S.: Bir arkadaşım beni o orijinal yarışmadaki karaktere uygun görmüş ve yapımcılara önermiş. ‘Seni seçeceklerini hiç sanmıyorum ama yine de ismini verdim. Aklında olsun’ dedi. #text>
#text>
#text>ELLE: Programla birlikte nasıl reaksiyonlar aldınız çevrenizden? #text>
#text>M.S.: Ayıp olmasın diye herkes gayet güzel şeyler söylüyor. Genelde hep pozitif yorumlar aldım ama ben de kötü olduğunu düşünmüyorum. Çünkü mükemmelliyetçi bir insanımdır. Bence program Türkiye koşullarında gayet başarılı diyebiliriz. Hatta ‘Murat bugüne kadar medyada görünmeme kararın yanlış mıydı?’ diye de düşünmedim değil. Sonuçta son derece iyi bir yerde olsan bile PR‘ını yapmamak bir dezavantaj da olabilir. ~ #text>
#text>ELLE: Nasıl bir dezavantaj mesela? #text>
#text>M.S.: Tekstil çok pis bir sektör. Çok iyi firmalar olsa da danışmanlık yapacağınız firma sayısı çok değil, hem beni çok fazla izlememiş olabilir. Benim kreatif direktör olduğumu bilmeyebilir. PR’ımı yapmadan önce iki olan müşteri sayım PR yaptıktan sonra 20’ye çıkabilir. Tabii insanlar da haklı, tanınmış isimlerle çalışmak ısteyebilirler. #text>
#text>
#text>ELLE: Yarışmanın orijinal versiyonu Project Runaway’i seyrediyor muydunuz? #text>
#text>M.S.: Projeyi kabul ettikten sonra tüm kayıtları izledim. Formata uymak zorundasınız, birtakım şeyler değişemez. Ama gidişatımız çok doğaldı, ‘Orijinalinde bunlar dendi, sen de bunları söyle’ denmiyordu. Sonuçta benim bir karakterim ve tarzım var. ABD’deki programın özellikle ilk sezonunun bu kadar hit olmasının en büyük sebebi Austin ile Jay karakterleri. Bizde de Burhan’ın reyting için yarışmaya alındığı yorumları oldu ama alakası yok. Başvuru formlarında en beğendiğiniz uluslararası tasarımcılar kimlerdir sorusuna herkes ‘Alexander McQueen ve Hüseyin Çağlayan’ cevabını verirken Burhan, Jill Sander dedi ve gerekçesini ‘Uzun zamandır ortalıkta gözükmüyor fakat çok beğeniyorum’ diyerek açıkladı. Hiçbirimiz inanamadık, Burhan gibi bir adamın bunu algılaması makinacı kimliğinin ötesinde şeyleri barındırdığını gösterir. Programda asıl fark yaratan çocuklardı, bizler değildik. #text>
#text>
#text>ELLE: Ekranda görünüyor olmak hayatınızı değiştirdi mi? #text>
#text>M.S.: Pek değil, sadece bana biraz daha fazla bakıldığını hissediyorum. Biraz mesafeli bir insanımdır, aslında bana yaklaşılması zordur. Ama galiba ben bunu iyi beceriyorum, en baştan koyuyorum tavrımı ve mesafemi. Göz kontağı kurulmadığı ve benden o sıcaklığı alamadıkları sürece o sınırı aşmaları çok zor. Ancak çok yırtık olmaları lazım, öyle bir durumda da zaten o kadar şeker insanlar oluyorlar ki, çabalarına saygı duyuyorum ve 32 dişim meydana çıkıyor. ~ #text>ELLE: Programda klasik bir sunucunun ötesinde daha çok moderatör gibiydiniz... #text>
#text>M.S.: Önce bir konsept belirleniyor ve malzeme alışverişine gidiliyor. Bu konuda çocukları rahat bırakıyordum çünkü o yarım saatte yanlarında olsam benden etkileneceklerdi. Ortada bir facia yoksa genellikle kendi seçimlerini yapmaları için elimden geleni yapıyorum ve onlar çalışmaya başladıktan iki-üç saat sonra da içeriye giriyordum. Jürinin gördüğü çalışmalar işlerin benim süzgecimden geçmiş haliydi ama çocuklar yaptıklarında ısrarcılarsa yapabileceğim çok fazla bir şey yoktu. #text>
#text>
#text>ELLE: Moda dünyasında yer almaya nasıl karar verdiniz? #text>
#text>M.S.: Boğaziçi Ekonomi’yi bitirdikten sonra ABD’de finans mastırı yaptım ve buraya döndüğümde bir bankayla görüştüm. Ancak bu işi yapamayacağıma karar verdim. Esasında bunları okumaktan da hiç pişman değilim, zevk aldım. Ayrıca bu kadar sıkı bir eğitimden geçmiş olmak da benim ben olmamı sağladı. #text>
#text>
#text>ELLE: Bankacılık yapmak istemiyordunuz. Peki ne yapmak istiyordunuz? #text>
#text>M.S.: Mudo’nun patronu Mustafa Taviloğlu 1994 yılında erkek koleksiyonunu hazırlamak için birini aradığını söyledi ve bana iş teklif etti. Bu benim için çok büyük bir şanstı. Çünkü o güne kadar ne bir tasarım dergisi karıştırmıştım, ne de tasarımcılıkla alakam vardı. Büyük olasılıkla da benim kişisel stilimi beğendi ve o yüzden bu işi teklif etti. Bir süre sonra işi bırakmak istememe rağmen onlar beni bırakmadı ve bir buçuk yıl kadar da Chevignon markasının pazarlama müdürlüğünü yaptım. 1996’da Mudo için modern bir erkek koleksiyonu hazırladım ama biraz fazla modern olmuştu galiba! O zamanlar daha David Beckham ortalıkta yoktu ve onun gibi erkeklere de farklı bakılıyordu. Esasında David sayesinde artık genç erkekler genç kadınlardan daha iyi giyiniyor. Oldukça maskülen bir futbolcu insanların hiç alışık olmadıkları tarzda şeyler giriyor ve buna herkesi alıştırıyor. Ben David karakterini Tom Ford’dan bile daha üstün buluyorum. ~ #text>ELLE: Mudo maceranız nasıl bitmişti? #text>
#text>M.S.: Artık orada işimin bittiğini hissederek 98 yılında New York’ta yaşamaya karar vermiştim ancak gitmeden önce NetWork’ten teklif geldi. NY’da iki ay kaldıktan sonra döndüm ve NetWork’e erkek koleksiyonu hazırladım. Bu koleksiyonu Banu Bora ile birlikte başlattık ve kendi çocuğum gibi görürüm, sıfırdan bır marka yarattık. Daha sonra Fabrika’yı yaptık ve oraya hem kadın hem erkek koleksiyonları hazırladık. #text>
#text>
#text>ELLE: Beymen’e geçince de hem kadın hem erkek koleksiyonları hazırladınız, değil mi? #text>
M.S.: 2004’te Cem Boyner’den teklif geldi. Hem Beymen’in hem de Beymen Club’un kadın ve erkek koleksiyonlarının sorumluluğunu üstlendim. Murat Türkili ile birlikte Beymen’in kreatif direktörlüğünü yaptım. Ben daha çok ürünlerden sorumluydum, o işin imaj yönüne bakıyordu. Benimle beraber tasarım kadroları yenilendı ve koleksiyonlar bambaşka yerlere gitti. Daha önce sadece Dolce&Gabbana ve Prada giyenler Beymen Kadın’dan giyinmeye başladılar. Bunu erkekte başarmak biraz daha zor, daha önyargılılar. Bu nedenle Beymen’in bütün erkek koleksiyonu İtalya’da üretilir. #text>
#text>
#text>ELLE: Beymen’den ayrılarak ‘Tasarım Yönetimi Danışmanlığı’ adı altında kendi işinizi kurmaya ne zaman karar verdiniz? #text>
#text>M.S.: Eylül’de artık daha çok kendi istediğim şeyleri yapmaya karar verdim. Bu sırada bir ev aldım ve evde kendi ofisimi kurdum. Çeşitli firmalara ‘tasarım yöneticiliği danışmanlığı’ hizmeti veriyorum. ~ #text>ELLE: ‘Tasarım yönetimi danışmanlığı’ tam olarak ne demek? #text>
#text>M.S.: Tasarımcıları olan bir firmada tasarımcıları yönlendirip ortaya doğru ürünü çıkarmak. Tasarım kadrosu yoksa da, bu kadroyu kurup markanın kişiliği altında ürün hazırlamalarını sağlamak için danışmanlık yapıyorum. Çok yeni bir kavram ve insanların buna alışılmaları gerek. Çünkü bazen ‘Ben bu firmanın sahibiyim bu işi de ben yaparım’ diye bakıyorlar. Oysa bu doğru değil, bu tür şeylerden kaçınılmaması gerekir. Bu tür yatırımlar markaya yapılan yatırımlardır. Bu iş görmekle çok alakalı ve ben gözüme güveniyorum. Şimdiye kadar yaptıklarımdan da belli. #text>
#text>
#text>ELLE: Tasarım ekiplerini nasıl yönlendirmek gerekiyor? #text>
#text>M.S.: Ticaretten bahsediyorsak tasarımcıların kendilerını gosterecekleri bir durum yok, firmanın para kazanması lazım. İyi bir tasarımcıysa ancak o firmaya uygun değilse bunu göstermek, doğru tasarımcıysa desteklemek gerek. Bazen de firmayla tasarımcı arasında iletişimsizlik olduğu için birtakım yanlış anlaşılmalar oluyor ve tasarımcı kabiliyetine rağmen yanlış ürünler çıkarabiliyor. Türkiye’de tekstil sektörü biraz patron şirketi mantığıyla ilerlediği için benim bu kavramı oturtmam biraz zaman alacak. #text>
#text>
#text>ELLE: Dünyada hangi markaların tasarımının iyi yönlendirildiğini düşünüyorsunuz ? #text>
#text>M.S.: Prada. Dior’un kadın ve erkek koleksiyonları birbirinden çok farklı olmasına rağmen ikisi de çok başarılı. Bir de Yves Saint Laurent’i çok beğeniyorum. Özellikle de kadın ayakkabı koleksiyonunu… #text>
#text>
#text>ELLE: Sizin için kadın ve erkek koleksiyonu hazırlamak arasında bir fark var mı artık? #text>
#text>M.S.: İkisinde de kendimi çok rahat hissediyorum ama kadın daha zevkli. Erkek müşterisi çok zor, alışverişten zevk almayan bir kitleden bahsediyoruz. Nasıl bir tasarım yaparsanız yapın onu alacak bir kadın vardır, ama erkek de böyle bir durum yok. Erkek zaten mağazaya girene kadar kanınızı emiyor, sonra da o malı beğendirmeniz ve satabilmeniz lazım. ~ #text>ELLE: Sizce iyi giyinen erkek kimdir? #text>
#text>M.S.: David Beckham’ı takdir ettiğimi söyledim ama aslında onun tarzı beni yansıtmıyor. Ben giyim tarzımla dikkat çekmeyi çok sevmiyorum, ‘adam gibi adam’ görüntüsü ve gizli bir seksilikten yanayım. Gizli bir iddiayı en iyi taşıyabilecek şey iyi bir kesim, kaliteli işçilik ve kumaştır. İyi bir ceket, gömlek ve pantolonla çok şık olunabilir. Önemli olan kıyafetlerin içinde kendinizi iyi hissetmenizdir. Zaten artık hazır giyim çok ucuzladığı için herkes çok trendy şeylere ulaşabiliyor. Günümüzde şıklığın en önemli koşulu iyi bir styling ve doğru kombinasyonlar yapmakta saklı. #text>
#text>
#text>ELLE: Peki kadın modasına bakışınız nasıl genel olarak? #text>
#text>M.S.: Keşke ‘gizli seksapel’ düşüncesini kadın giyiminde de hayata geçirebilsek ama maalesef bu anlayışta çok kadın yok. Bu nedenle biraz düşündüğümün dışına çıkmak zorunda kalıyorum. Bir de o gizli seksapeli taşımak için kadının fiziğinin çok iyi olması gerekiyor. Seksilik bence büyük dekoltelerle ve allı pullu giysilerle olacak iş değil. Erkeksi giyinen bir kadın sade bir gömleğin kaç düğmesini açtığıyla, gömleğin kollarını nereye kadar kıvırdığıyla, ya da bir aksesuvar ve sutyenle bütün havasını değiştirebilir. Örnek olarak Beymen’in kadın koleksiyonunu tasarlayan yakın arkadaşım Lucia Croce’yi verebilirim. Tabii doğru seçimler ve styling yapmak da önemli; mesela Roberto Cavalli benimle hiç ilgisi olmayan bir marka gibi gözükse de onda da çok seksi parçalar bulabiliyorum. Kadında daha çok düz renkleri seviyorum; çiçekli, desenli baskılardan pek hoşlanmıyorum. #text>
#text>
#text>ELLE: Biraz klasik bir soru ama bize biraz gardırop tüyosu verir misiniz? #text>
#text>M.S.: Bence bir kadına en çok yakışan şey elbise. Keşke bütün gardıropları elbiseden oluşsa... Kadınlar elbise giydiklerinde kombin yapmakta zorlanıyorlar. Çorabı ve ayakkabıyı da düşünmek zorundalar. Pantolon giymek biraz kolaya kaçmak oluyor. Oysa bir kadını asıl feminen gösteren şey güzel elbisedir. Onu kombinleyecek parçaları da iyi seçmelisin. Ben daha çok onu biraz maskülenleştirecek tüvit bir ceket, gri melanj bir hırka, safari ceketleri ve trençkot gibi şeylerden yanayım. ~ #text>ELLE: Türkiye’de elbisenin hakkı yeniyor. #text>
#text>M.S.: Neyse ki artık bizde de yavaş yavaş ön plana çıkmaya başladı elbise. Elbiseleri mutlaka babet ya da yüksek topuklu ayakkabıyla giymelisiniz. Kadında orta boy topuğu hiç sevmiyorum, bence kadına yakışmayan başlıca şeylerden biri. #text>
#text>
#text>ELLE: Türk müştersine çok iyi tanıyorsunuz. Sizce giyim zevkimiz kimlere benziyor? #text>
#text>M.S.: Daha çok Ortadoğulu’yuz diyebilirim. Herkete bir iyi giyinme çabası var ama en sorunlu olduğumuz konu ayakkabılar. Özellikle erkeklerin ayakkabıları korkunç. Halbu ki görüntü doğru bir ayakkabıyla bambaşka bir yere gidebilir. #text>
#text>
#text>ELLE: Bir terzi olarak kendi söküğünüzü nasıl dikiyorsunuz Murat Bey? #text>
#text>M.S.: Gri melanj rengin hastayım. Çok bağlayıcı bir renk; hem kadına hem de erkeğe çok yakışıyor. Bence herkesin mutlaka gri melanj renginde bir V yaka kaşmir süveteri olmalı. Ne kadar şık giyinirsem giyineyim, o şıklığı bir gıdım düşürebilmek adına içime mutlaka gri melanj bir tişört giyerim. Düzgün olmayı seviyorum ama o ayrıntılardaki uyumsuzluğu da bir şekilde yakalamalıyım. Beni bilenler bu tişörtü benimle özdeşleştirmeye başladılar ve arkadaşlarım ‘artık giyme’ diyorlar ama elimden gelmiyor. Programda giydiğim kıyafetler kendime aitti ve insanlar hep aynı şeyleri giydiğimi sanıyordu. Oysa birbirinden farklı lacivert ceketler giyiyordum! Hem kadın hem erkek giyiminde her şeyin birbiriyle uyumlu olmasından nefret ederim. Bana kolaya kaçmak gibi gelir. Zekice yapılmış bir uyumsuzluktan ve üzerinde çok uğraşılmamış gibi duran bir şıklıktan yanayım. #text>
#text>
SON HABERLER