DÜNYAYA SEVGİYLE BAKIYOR: EDA ECE

Sezonun minimal
görünümleri ve ışıltılı aksesuarları eşliğinde televizyonun en renkli yüzüyle bir aradayız.
ELLE ONLINE 15 Mart 2023

Yarattığı son karakterle altı sezondur hepimize seyir keyfi yaşatan Eda Ece, sevgiyi ve sevmeyi hayatının odağına koyarak yaşamaktan daha önemli bir şey olmadığını düşünen genç bir kadın. neşesi bulaşıcı, çalışkanlığı hayranlık uyandırıcı, iflah olmaz merakı hep sürprizlere açık. Onu ikonik TIFFANY&CO mücevher koleksiyonlarıyla şubat ayının sihirli anları arasına bırakıyor, şans ve başarı yıldızının hep böyle yüksekte parlamasını diliyoruz. 

Geçen hafta Londra’da bir mağaza görevlisi Türk olduğumu öğrenince Yasak Elma’yı seyredip seyretmediğimi sordu bana. Sana ve Şevval Sam’a bayılıyormuş. Pek çok ülkede izleniyorsunuz; bu etkileşim seni nasıl hissettiriyor?

Türk dizilerinin bütün dünyaya açılmış olması ve birbirinden çok farklı kültürlerde gerçekten başarılı olması tüm sektör adına çok mutluluk verici. Yasak Elma da sanırım 30’u aşkın ülkede yayında; geçen gün mesela İspanya’da da yayına girdi ve duyurusunu yaparken “bütün dünyada 200 milyondan fazla izlenen dizi” diye tanıttılar, çok ciddi bir başarı... Siz de takip ediyorsunuzdur, Türk dizileri Cannes’daki MIPCOM fuarında her sene büyük ilgi görüyor. Ortadoğu ülkeleri de Türk oyunculara bayılıyor; geçen senenin sonunda Beyrut’ta düzenlenen ve Ortadoğu’nun Oscar’ları denilen Murexdor 2022’de “En İyi Kadın Oyuncu” ödülünü bana verdiler. Orada üçüncü sezonumuz oynuyor şu anda. Hem ülkemiz adına, hem kendimiz adına çok sevindirici elbette.

Bu türün yurtdışında da bu kadar ilgi görmesi ilginç değil mi? Çokça mizah ve bize ait hikaye, tipleme, gönderme var; başka bir dile çevrilince sihri kaçar gibi geliyor...

Evet ama biz de dijital platformlar sayesinde çok fazla yabancı içerik izliyoruz ve hiç bilmediğimiz kültürleri merakla anlamaya çalışıyoruz. Onlar da herhalde öyle bir duyguyla buranın normali olarak izliyorlar, çünkü Yasak Elma mizah gücü dışında yalıları, manzaraları, mekanları, müzikleri, kıyafetleri ile bir İstanbul dizisi olarak da ilgi çekiyor. İstanbul’da yaşayan zenginlerin yaşam tarzı da merak ediliyor olabilir.

Altıncı sezondasınız. Tu��m karakterler ve diyaloglar çok ilgi görüyor. Sen Yıldız’ı bu kadar çok sevdirmeyi nasıl başardın?

Gördüğümüz ilgi inanılmaz gerçekten... Her sezon bir önceki sezonun üzerinde reyting alıyoruz. Yıldız’ı kendim çok severek ve kendimden çok şey katarak yarattım; insanın hayatında bazı sihirli anlar olur ya, sanırım öyle bir ana denk geldi. Aslında bunu ben daha önce de deneyimlemiştim. Kariyerimin başında ilk işim Pis Yedili’de de Cimbom karakterini çok sevip sahiplenmiş, kendi kendime fenomen olmuştum. Cimbom beni bu sektöre kazandıran, ilk defa dergi kapaklarına çıkaran, ilk defa iş görüşmelerine gönderen karakterdi. Ve o zaman yanımda bana destek olan kimse yoktu; gerçekten tek başımaydım. Şimdi dönüp nasıl yaptım diye düşünüyorum bazen; ve cevabı yine karakteri ve işi çok sevmeme bağlıyorum. Onu da severek oynuyordum, Yıldız’ı da çok severek oynuyorum. Böyle canla başla çalışınca, üstüne düşünce, ruhunu hissedince seyircideki karşılığı da bambaşka oluyor.

Yıldız’a mizah öğesini ne zaman eklediniz?

İlk yönetmenimiz Neslihan’la geri dönüp baktığımızda birinci bölümde bile espriler buluyoruz. Doğaçlama yaptığım ve senaryo dışı şaka yaptığım anlar ilk iki sezonda da var; ama sosyal medyada viral olmam, yazarımızın bendeki yatkınlığı fark edip komedi sahnesi yazmaya başlaması ve mizah tarafımın iyice ortaya çıkması üçüncü sezonda oldu.

Hikayenin başındaki Yıldız ile şu anki arasında nasıl bir fark var, karakter nasıl evrildi?

İlk başlarda Yıldız’ın ruhu çok ürkekti. Bursa’dan İstanbul’a gelmiş, lüks bir restoranda teşrifatçılık yapan, hayatta hiçbir şeye sahip olmamış, gözü açılmamış, zengin olma hayalleri kuran, 18 yaşında, eğitimsiz genç bir kızdı. Sonra varlıklı bir adamla evlendi, yalılarda yaşadı, cemiyete girdi, iki çocuk doğurdu. En baştaki kızla şu anki 2 çocuk annesi kadının hali, tavrı, duyguları, tepkileri aynı olamaz tabii ki. Yıldız’ın evrimini ben çok gerçekçi buluyorum. Maddi kaygılarından kurtulup rahatça yaşamaya başlayınca neşesi ve özgüveni de ortaya çıktı. Ama birinci bölümden beri pozitif bir karakterdi; hep umutlu, hep canlı, hem iyimser... Bunlar da ne yaşarsa yaşasın değişmeyen yönleri oldu.

Peki Yıldız Eda’da bir şeyler değiştirdi mi?

Evet, Yıldız beni de evriltti. Öncelikle karakterime kesinlikle pozitiflik ekledi. Dünyaya daha pembe bir taraftan bakmayı öğretti. Bunun dışında oyunculukla ilgili de çok geliştirdi beni. Son 6 senedir senenin 10 ayı kayıttayım; arada başka programlar da yaptım ama aktif olarak hiç kesintisiz olarak çok uzun süredir oyunculuk yapıyorum. Aynı dizide olmama rağmen farklı yönetmenler, farklı ekipler ve 7 aylıktan 70 yaşa birçok yaş grubundan farklı karakterde birçok oyuncu ve oyun stiliyle çalışma imkanım oldu; bu da beni oyunculuk eğitimindeymişim gibi mesleğimle ilgili inanılmaz idmanlı tuttu. Yani yorulmak, sıkılmak ya da tükenmek bir yana, bu kadar uzun süre gerçekten bilfiil sahada olmak beni deyim yerindeyse fişek gibi yaptı. Şu anda bir oyuncu olarak enstrümanlarım o kadar açık ki... Hepsi Yıldız sayesinde!

Seyir keyfiniz hiç düşmeden sürüyor. Son sezon diyorsunuz ama seyirci sizi bırakmaya hazır değil! Sen Yıldız’ın iyimserliğinden, komikliğinden, mimiklerinden ayrılmaya hazır mısın, doydum diyebiliyor musun?

Çok üzüleceğim, çünkü onu çok seviyorum. Son sahnede kayıt denecek, çekeceğiz ve sonra onu uzaya göndereceğiz. O son sahneyi nasıl oynayacağım bilemiyorum, ağlar mıyım güler miyim, ne hissedeceğim bilmiyorum ama düşünmek bile yüreğimi kabartıyor. Eninde sonunda veda edeceğim tabii, sonuçta hayali bir karakter.

Peki yeni bir karakter yaratmanın doğum sancısını özledin mi? Nasıl çalışıyorsun yeni bir işe, belli bir rutinin var mı?

Bizim mesleğin en zor aşaması karakterin yaratım süreci. Kimse ne çıkması gerektiğini tam olarak bilmiyor, ama ortak bir yaratım sancısıyla herkesin çok fikri oluyor. Yönetmen, yapımcı, senarist... her biri farklı bir açı söyleyebiliyor. Bir yandan senin de başka fikirlerin olabiliyor, dolayısıyla karşılıklı bir ikna süreci yaşıyorsun. Ama ne zaman ki seyirciden onay geliyor, işte o zaman herkes ikna olmuş ve seni onaylamış oluyor. Çünkü ne olursa olsun bu işler halk için yapılıyor. Bir işin izlenmemesi onun kötü olduğu anlamına gelmeyebilir; ama özellikle bizim gibi popüler işlerin asli amacı seyirciye ulaşmaktır. Yani oyuncu ve seyirci arasında sessiz, görünmeyen bir bağ var ve en yüksek onay mertebesi orası. Ben şu ana kadarki karakterlerimi sevdirdiğim ve bir başarı yakaladığım için, bundan sonra çalışacağım yaratıcı ve yapımcı ekiplerin karşısına bir güven puanıyla çıkacağımı düşünüyorum. Ama bundan daha da önemlisi, seyircinin de bana güveneceğine inanıyorum. Gerçekten seçici olmam gereken ve inandığım işi yapacağım bir dönemdeyim artık.

Bildiğim kadarıyla hiç başarısız işin olmadı. Ama bu sektörde en güvenilen projelerin bile yayından kalktığını çok gördük. Böyle bir durum seni nasıl etkilerdi? 

Elbette bir işin tutmaması her oyuncunun başına gelebilir, çünkü bireysel değil kolektif bir iş yapıyoruz. Çok bileşenli bir denklem bu... Senin senaryoyu okuyup beğenmen yetmiyor, sanat yönetmeninden kurgucuna, hatta yayına çıktığın güne kadar toplam başarıda pek çok değişken faktörün etkisi oluyor. Biz genelde birinci bölüm senaryosunu okuyup aklımızda hayali bir dünya kurup ona evet diyoruz, ama çekildiğinde işin senin hayal ettiğin gibi çıkıp çıkmayacağı belli değil. Hayal ettiğin gibi çıksa ve çok kaliteli bir iş yapsan dahi, seyirci onu umursamayabilir. İşin içinde şans da var, doğru zamanlama, doğru psikoloji de var. En deneyimli yaratıcı-yapımcı ekipler bile bazen yanılabiliyor. Benim de seyredip işlenen konuya ya da kadın karakterlerle yaratılan çağdışı algıya şaşırdığım ama iyi reyting alan yapımlar oluyor, o yüzden kestirmek kolay değil. Seyircinin neyi sevip neyi sevmeyeceği her seferinde gerçek bir bilmece.

Konuştuğun ya da aklından geçirdiğin yeni bir iş var mı?

Sürpriz olsun!

Oyunculukta kalıcı olmanın senin gözlemlediğin bir sırrı var mı?

Çalışmayı hiç bırakmamak gerekiyor. Birkaç işin başarılı oldu diye bundan sonra her şeyi yaparım egosuyla devam edersen mutlaka bir yerde tökezleyeceğini düşünüyorum. Bazen dizilerde çok para kazanan başrol oyuncusu ile az popüler emektar oyuncuları karşılıklı bir sahne oynarlarken izliyorum, sahte olan ile sahici olanın farkı çok belirgin. Sahici ve kalıcı olmak için gerçekten çok çalışmak gerekiyor. Şansla ve tiple kolayca yükselebilirsin, ama iyi oyunculuk şart. O yüzden de hiçbir zaman “oldum” dememek lazım. Bundan sonraki her rolüm için yine çok çalışacağım, oyuncu koçlarından destek alacağım. İçimdeki bütün kapıları ancak böyle açabilirim.

Bu sezon İbrahim Selim ile çok farklı bir formatta buluştunuz ve her hafta ev dedektifliği yapıyorsun. Partner olarak ekranda eğlenceli bir havanız var, gerçekten de öyle mi?

Evet, öyle onunla çalışmayı çok sevdim. Sürekli yeni fikir ve format bulmaya çalışıyorum, birlikte başka ne yapabiliriz diye. O terazi, ben ikizlerim, gayet iyi anlaşıyor ve çalışıyoruz. İbrahim benim televizyondaki en iyi partnerlerimden biri oldu diyebilirim.

İnsanlar ve evleri arasında nasıl bir ilişki var sence? Karakterler eve de yansıyor mu mesela?

Kesinlikle yansıyor, insanlar evlerine benziyor. Ev, iç mimarlık ve dekorasyon zaten benim ilgi alanımdır; biliyorsun senin dekorasyon dergilerinin de abonesiyim. Bu yüzden bu işi hemen kabul ettim; her eve de koşa koşa ve merakla gittim, çekimlerde hiç yorulmadım. Belli bir metin olmayışı ve diyalogların doğaçlama gelişmesi de çok rahatlattı. Yani çok severek çalıştım. Farklı formatlar denemeye her zaman açığım!

Evin senin için ne ifade ediyor?

Ev benim için huzur ve güvenli alan demek. Hatta evden çalışarak ne yapabilirim diye de düşünüyorum. Hayvanlarımla ve sevdiğim insanlarla evde olmak en sevdiğim şey. Arkadaşlarımı ağırlamayı da çok severim.

Dekorasyonda nasıl bir tarzın var?

Beyaz ve açık renkler ağırlıklı, monokrom bir renk paleti seviyorum evde. Aydınlık olması ve rahat hissettirmesi de çok önemli benim için. Tabii kedi ve köpeklerimle yaşamaya da uygun olmalı. Sade ve fazla kalabalık olmayan bir kabuk içinde çağdaş tasarım mobilyalar ve çağdaş sanat eserleriyle kendimce bir stil yarattım. Eskiden daha moderndim, şimdi sahaftan alınan kitaplar, antika çerçeveli resimler, odunlar, ahşaplarla falan biraz daha geçmiş ve bugünü harmanlamaya başladım.

Kime geldiğimizi bilmesek, senin evin olduğunu nereden anlarız?

Arkadaşlarım evimin mutlu bir ev olduğunu ve evimde huzur bulduklarını, evimin beni yansıttığını söylüyorlar. Beni böyle gördükleri için ben de çok mutlu oluyorum. Her gelen bir dahaki gelişinde mutlaka yatıya kalacağını söyleyerek gidiyor. Kız kıza pijama partisi düzenlemeyi de çok seviyorum, çünkü biz üç kız kardeş büyüdük ve evdeki o harekete ve muhabbete çok alışkınım. 

Gelelim modaya... Yıldız kişiliği gereği oldukça frapan seçimler yapıyor, Maske Kimsin Sen’de teatral ve kostüm benzeri kıyafetler giyiyordun, dedektif olarak ise daha sade bir gardırop sergiliyorsun. Eda’nın moda çizgisi nasıl?

Modayla oynamayı seviyorum, ama modayı en çok mesleğimde bir iletişim aracı olarak kullanmayı seviyorum. Günlük stilim için jean’ler, kazaklar, loafer’lar gibi rahat, sade, klasik ve basic parçalar seçerim. Bej ve uçuk pembe gibi pastel renkler ve siyah giyiyorum genelde. Ama işlerimde o karakterin ya da formatın gereğine göre giyinmeye dikkat ederim.

Sürdürülebilir ve döngüsel moda hakkındaki fikirlerin?

Dünyadaki canlıları koruyacak hassasiyetleri taşımak benim açımdan çok önemli. Hedefim hızlı tüketim markalarından alışverişi iyice azaltmak, elektrikli araba kullanıp, geri dönüşümlü kıyafetler giyip, hayvanlara zarar vermeyen ürünler kullanmak. Vicdanen bu sorumluluğu hissediyorum. Bir an önce değişmemiz lazım ki gençler de bizi örnek alsın. 

Online ve Instagram’dan da alışveriş yapıyorsun galiba değil mi? Daha mı rahat?

Mağaza gezmeyi ve torba taşımayı hiç sevmediğim için online alışveriş bana çok uygun. Alışveriş merkezlerine girdiğimde bir mağazadan fazla bakamıyorum, enerjimi tüketiyor. 12 yıldır stylist’lerle çalıştığım için, alışveriş edebilme yeteneğim de köreldi. Benim annem çok güzel giyinir, arkadaşları onu prenses Diana’ya benzetirler.

En çok hangi parçalara yatırım yaparsın?

Güzel ve kaliteli kumaşa sahip giysilere yatırım yaparım. Üstüme giydiğim şeyin batmaması, kaşındırmaması, terletmemesi lazım. Düz, temiz ve jilet gibi olmayı seviyorum.

Mücevher ve aksesuara meraklı mısın?

Evet, çok seviyorum ve bu çekimde favori markam Tiffany &Co.’nun mücevherlerini taktığım için çok mutluyum. Lise 1’de Nişantaşı’ndaki mağazalarından gümüş zincirli, ucu yuvarlak bir kolye almış ve üzerine baş harflerimi yazdırmıştım. Hep onu takardım, bende anısı çoktur. Yeni koleksiyonlarında da çok güzel parçalar var. New York şehrinin mimarisinden esinlenen HardWear serisinin güçlü enerjisine, Elsa Peretti’nin heykelimsi formdaki takılarına bayılıyorum mesela. Beyrut’daki ödül töreninde de Tiffany Keys ve Victoria koleksiyonlarından parçalar takmıştım. Mağaza gezmeyi sevmem dedim ama mücevher ve takı mağazalarını bütün gün gezebilirim.

Kozmetik ve makyajla aran nasıl?

Yasak Elma’da cilt rengini alan BB krem, hafif bir far ve maskarayla oynuyorum, ama dizinin coloring’ini canlı istedikleri için ekranda çok daha makyajlı duruyorum. Günlük hayatımda da aşırı makyaj yapmam. Dizi bittikten sonra saçımı artık boyatmayacağım. Açık kahve-kumral bir saçım vardı, ona dönmeyi çok istiyorum. Saçımı ilk boyattığımda babam, dövme yaptırdığımda da annem ağlamıştı; ikisi de çok haklıymış. Genç kızlara mesajım var: Dövme yaptırmayın ve saçınızı boyatmayın!

Epey kilo verdin, özel bir program mı uyguladın?

Evet, her şeyi yaptım. Karbonhidrat ve sebze ağırlıklı beslenmeyi bırakıp çok sevmesem de protein tükettim. Evimin hemen yanındaki okulda tenis oynamaya, evde de pilates yapmaya başladım. Arabaya binip spora gitme disiplinim olmadığını fark ettiğim için kendime uygun, seveceğim çözümler buldum.

Eğlence sektöründe kadına uygulanan tek beden ve tek tip güzellik dayatması yavaş yavaş azalıyor gibi, değil mi?

Oyuncular sokaktaki gerçek insanı temsil ediyor, o nedenle podyumdaki manken ölçülerinde olmaları gerekmiyor. Geçen yaz Cannes’da ve Capri’de tatil yaptık, her tipte insana rastladım ama hiçbir plajda Instagram’daki gibi vücutlar görmedim. Yaratılan bu algı, özellikle genç kızların psikolojisi için çok tehlikeli. Halkın biz oyunculardan böyle bir talebi olduğunu düşünmüyorum. Bu talebi ve baskıyı yaratan, 34 bedeni ideal ve standart ölçü olarak algılatan moda sektörü. Gerçi şimdilerde onlar da kapsayıcılık ve çeşitlilik diyerek kendi koydukları kuralları değiştirmeye çalışıyor. Kilo veririm, alırım, bu çok normal; ama kadın oyunculara bunun baskısının yapılması hiç normal ya da adil değil. Bir ürün üretildiğinde her bedeninin bulunması gerekiyor, kim hangi kiloda sağlıklı ve mutluysa öyle kalmalı. Aslında her şey bakış açısıyla ilgili. En önemlisi de kişinin aurası ve enerjisi.

Sosyal medyada sıkça komşularının ve arkadaşlarının çocuklarıyla ilgilenirken görüyoruz seni. Çocuk enerjisi ne hissettiriyor sana?

Çok iyi hissettiriyor ve aşkımız karşılıklı; bir ortamda bir çocuk varsa o çocuk benim yanımda biter, bu her zaman böyleydi. 10 yaşındayken bile annemin arkadaşlarının 5 yaşındaki çocukları bana yapışırdı. Çocuklar ve yaşlılar beni çok seviyor, ama ben de onları çok seviyorum. Kolay diyalog kuruyorum onlarla. Büyük anneannem 98 yaşına kadar yaşadı ve ben küçücükken onunla pencerenin önünde oturur ve sürekli bir şeyler anlatırdım.

Aynı duyguları tüm hayvanlarla beraberken de mi hissediyorsun?

Hayvanlar muhteşem! Onların bende hep önceliği var. Bugün sette kayıttayken telefonumda cevaplayamadığım onlarca arama ve mesaj birikmişti, çoğu da önemli işlerim ama hiçbirine dönmedim ve eski bir set çalışanımızın Diyarbakır gezisinde bulduğu karnından bıçaklanmış yavru köpeğe odaklandım. Sahne arasında, kamera yer değiştirirken, herkes tepemde bir şey sorarken, iki arada bir derede onu veterinerimle konuşturdum ve ne yaptık ne ettik birlikte köpeği Ankara’ya naklettirmeyi başardık. Stresinden sırtım tutuldu. Çocukların, hayvanların ve yaşlıların masumiyeti, saflığı, savunmasızlığı bana çok dokunuyor. Acı çekmelerine, şiddet görmelerine asla ama asla göz yumamam.

Sosyal medyadan yuva arayan canlara da sürekli aracılık yapıyorsun. Sizin evdeki dört ayaklı nüfus da giderek artıyor galiba?

2 kedi, 2 köpeğimiz var, ama bir köpek daha sahiplenmemek için kendimizi zor tutuyoruz. Resmen çocuklarımız gibiler, onlara çiçek gibi bakıyoruz. Evde olabildiğimiz zamanlar çok seviniyorlar ve eğitime de daha yatkın oluyorlar. Diyalog ve iletişim, her canlıda önemli bir etkiye sahip. Pazarları Pero’yu sete getiriyorum, çünkü evde yalnız kalamıyor, çok üzülüyor ve ağlıyor, hiç kıyamıyorum.

Kadınlarla çalışmayı seviyorsun, kadınların empati duygusu daha mı gelişmiş dersin? Ve empati senin için neden bu kadar önemli? 

Kadınların her duyusu erkeklerden daha gelişmiş. Ne yalan söyleyeyim, kadınları daha üstün buluyorum. Hayatları çok daha zor; sorumlulukları ve yükleri çok daha ağır. Çalışsa da çalışmasa da hem çocuğuna bakıyor, hem evinin işini hallediyor, hem toplum baskısını çekiyor, hem bütün eleştiriyi alıyor. Bu yüzden kapasitelerinin de evrimle beraber çok daha fazla geliştiğine inanıyorum. Fırsat verildiğinde her işte, her meslekte erkeklerden daha başarılı olurlar. Erkekler için hayat doğduklarından itibaren çok daha kolay. Bu nedenle ne olursa olsun kesinlikle kadınların yanındayım. 

Geçtiğimiz sene tüm dünyada yapılan Disney Büyük Prenses Kutlaması’nın Türkiye’deki rol modeli sen seçilmiştin. Sence günümüzün ilham veren kadın rol modeli hangi özelliklere sahip olmalı?

Kesinlikle kendi ayakları üstünde duran, geçimini sağlayan; çevresine maddi manevi yardım eden, yarar sağlayan, paylaşan, hayvana, insana, çocuğa duyarlı; ihtiyacı olan kimseye sırt çevirmeyen, dünyaya ve başkalarına zararı olmadan yaşayan, hayallerinin peşinden koşan, empati kurabilen, cesaretli ve iyi yürekli olmalı.

Hemen hemen her gün kayıttasın, rahatlayıp kafa boşaltmak için neler yaparsın?

O kadar alıştım ki artık kamerayı görmüyor ve hissetmiyorum. Her sabah sete mutlu ve pozitif duygularla geliyorum. Ama kalabalık beni çok yoruyor. Tüm ekip arkadaşlarımı çok sevsem ve hep güle oynaya neşeyle çalışsak da, tüm gün küçücük mekanlarda kalabalık çalışmaktan herkes gibi ben de sersem oluyorum. Hep bir koşturmaca, yetiştirmece, oradan oraya taşınma içindeyiz, çoğunlukla üşüyoruz, bu nedenle eve girdiğimden itibaren enerjim bitmiş oluyor; sadece sessizlik ve sıcaklık arıyorum. Benim gürültüye çok tahammülüm yok, çok yüksek sesle ve uzun süre müzik de dinleyemem. Dizileri, filmleri, farklı formatlı programları çok seviyorum, onlar olmasa bu dünya çok sıkıcı olurdu. Bir şey izleyerek, okuyarak, yazarak dinleniyorum.

Her röportajımızda farklı ilgi alanlarını keşfediyoruz. Mindfulness ile başladık, en son korku belgeselleri izliyordun. Şu anda neyle ilgilisin, neler araştırıyorsun?

Son olarak antika merakım başladı; eski gümüşler, antikalar, tablolar hiç sevmediğim şeylerdi ama son zamanlarda yeni ve modern şeylerden bir soğuma geldi. Gerçi sanat konusunda akıl danıştığım HazerAbi (Özil) bana “geçmiş geçmişte kaldı, her zaman çağını takip et” diyor ama bu ara aklım hep eskilerde. Sotheby ve Christie’s sitelerini gezip müzayedelere koyulan eserleri inceliyorum. Antikacıları geziyorum. Bana ne oldu bilmiyorum!

Yazı yazmayı çok seviyorsun. Bu aralar yazdığın bir şeyler var mı?

Bu aralar öyle bir yoğunluk var ki hiçbir şey yazamadım, ama set yoğunluğum geçip kendi kendime kaldığımda yine yazmaya başlayacağım.

Astrolojiye de meraklısın, değil mi? Yıllık olarak doğum haritana baktırıyor musun, 2023 senin için nasıl bir sene olacakmış?

Baktırıyorum, aslında astrolojiye ilgim de giderek artıyor. Bütün özel tarihlerimi güzel açılı ve kavuşumlu günlere rast getirmeye çalışıyorum; gökyüzündeki gezegen hareketlerinin ne anlama geldiğini bilmek hoşuma gidiyor. Astrologlar 2023’ün benim haritama göre iyi bir yıl olacağını öngördüler, inşallah dedikleri çıkar.

Sence senin en olumlu ve olumsuz özelliğin ne?

Duyarlı olmam bence en olumlu özelliğim. Hakkımda en çok şikayet ise asosyalliğim ve fazla evcimen olmam nedeniyle yapılıyor.

Gününü, hayatını kontrol altında tutmayı ve planlamayı mı tercih edersin yoksa akışına bırakabiliyor musun?

Günlük hayatım yemek yiyeceğim saate kadar planlanmış bir şekilde her gün önüme geliyor. Kendi kontrolümde olmayan bir çarkın içindeyim. Daha büyük resme baktığımda ise çok spontane yaşadığımı söyleyemem, ama üç-beş senelik gelecek planları da yapmıyorum. Daha ani kararlarla ilerliyorum diyebilirim.

Şubat ayı, dergilerin kalplerle, kırmızılarla ve aşkla dolduğu bir ay. Sevgiyi ve sevgili olmayı nasıl tanımlarsın? 

Aşk ve sevgi olmazsa olmaz. Hiçbir zaman evlilik karşıtı biri olmadım, 40 yıllık bir evliliğin çocuğuyum, iki ablamla hep mutlu bir aile ortamında büyüdük. Ablalarım da evli ve çocukları var; bizim ailede birbirimize duyduğumuz sevgi, bağlılık ve aile birliğinin kurulması, korunması çok değerlidir. Benim için sevgiliye duyulan aşk kadar arkadaşlarıma duyduğum sevgi de önemlidir. Bu duygular olmasa hayatın ne anlamı kalır ki zaten? Bir sistemin dişlileri gibi hayatın yürümesini sağlıyoruz, onun dışında da doğayı kirletip, ölüyoruz. Sevgi olmasa, geri kalan her şey anlamını yitirir.

Sen nasıl bir sevgilisin? Romantik misin mesela?

Komiğim galiba! En sinirlendiğim zamanlarda bile ağzımdan komik bir şey çıkabiliyor. Asıl Buğra’ya sormak lazım tabii, ama her zaman karşımdakini çok düşünen bir insan olduğuma inanıyorum. Bencillik yapmam; hep iki kişilik düşünürüm ve karşımdakinin huzurlu olmasını önemserim. Ketumumdur, sadığımdır, gözüm kör olur.

14 Şubat ne ifade ediyor?

20’lerimdeyken böyle özel günlere çok fazla anlam yüklemem diyordum, fakat şimdi kutlamaya değer olduğunu düşünüyorum, çünkü insan kendini çok fazla hayatın akışına, işe, güce kaptırıyor ve böyle günler birbirimize verdiğimiz önemi, değeri göstermek için bir vesile yaratıyor. Mutlu olduğunu hatırlamak, onu kutlamak ve bir nevi şükretmek, mutluluğu büyütüyor gibi geliyor. İlişkinin psikolojisi için de iyi oluyor. Hediye vermeyi de çok severim.

Hayatın sana verdiği en güzel hediye nedir?

Kesinlikle annem ve babam. Annesiyle ve babasıyla sıkıntı yaşayan insanların ne kadar ağır sınavlar verdiğini ve psikolojik olarak da ne kadar zorlandıklarını o kadar çok gördüm ki, her zaman bu kadar iyi insanların elinde büyüdüğüm için şükrederim. Bilinçaltım, özgüvenim, her şeyimle tertemiz ve travmasız büyümüşüm, hayattaki en büyük şans mutlu bir aileye doğmak.

Peki şimdiye kadar hayatın sana kattığı en önemli öğreti nedir?

Her sene bir şeyler öğreniyoruz. Bilmediğim ya da tereddüt ettiğim her konuda benden büyük, güvendiğim, tecrübeli insanlara akıl danışırım. Tecrübenin yerini hiçbir şeyin tutmadığını öğrendim. Ve her zaman ailenin hayattaki en önemli şey olduğunu anladım. Sevgiden öte bir güç yok, en değerli sevgi de aile sevgisi.

Yıllar içinde hayata bakışında ya da yargılarında bir değişiklik oldu mu?

Ezelden beri herkese önyargısız, pozitif ve sevgiyle yaklaşırım, beni kaybederlerse sonradan kaybederler. Polyanna derecesinde iyimser olduğumu düşünmüyorum, akılcı bir tarafım vardır ama çok karamsar olmayı da hiç sevmem. Fesat bir beynim yoktur yani. Arkadaşlarım bazen birilerini eleştirir, ben de hemen korumacı bir dürtüyle iyi yönlerini sıralamaya başlarım, “Eda yine dünyaya pembe panjurlu gözlükleriyle bakıyor” deyip benimle dalga geçerler.

Son yıllarda fantastik dünyalar, mistik hikayeler, masallarla ilgili diziler izler olduk; inanır mısın böyle şeylere ya da böyle bir işin içinde olmak ister misin?

Evet, üniversite yıllarımdaki mitoloji derslerimden beri mitolojiyi ve gizemli hikayeleri çok severim. Gerçek ya da değil, çok severim efsaneleri ve efsaneleri konu alan filmleri. Bize masalsı bir dünyanın kapılarını açarlar, biz de onlarla beraber o ilginç yolculuğu yaşarız.

Peşinden koşmaktan hiç vazgeçmeyeceğin bir değer, tutku var mı?

Yaşadığım sürece önüme çıkan ve ihtiyacı olan herkese ve her şeye elimden geldiğince yardım etmekten asla vazgeçmeyeceğim. Ünlü olmanın bir etki gücü varsa, onu da yardım etmek için kullanmak isterim.


SON HABERLER