Kalbi görmek için gözlere, kalbe girmek için sözlere dikkatli bakmak lazım gelir bazen. Gözlerinden yansıyan dünyasıyla rengarenk, sözlerinden yansıyan ruhuyla duyarlı, anaç ve mizah gücü yüksek bir kadın Bergüzar Korel. Alışkanlıklarına bağlı olduğu kadar özgür, cesaretli olduğu kadar hassas. Onu ekranda -keyifle- seyretmenin ötesine geçip sosyal medyasından da takip edenler çok farklı yönlerini ve hayat görüşlerini keşfettiler. Ailesiyle birlikte ikinci bir hayat kurduğu Londra’dan bu gelişinde, marka yüzü olduğu Hepsiburada’nın çekimleri ile ‘Kızlar ve Oğlanlar’ oyununun yeni temsilleri arasında kendisini yakalamayı başardık ve merak ettiğimiz her şeyi sorduk.
Hoş geldin, özlemiş misin İstanbul’u, neler yaptın geldiğinden beri?
Evet, evimi ve yaşadığım yeri çok özlüyorum. Gelmeden önce programımızı yapıyoruz. Bizim sahiplerini de çok sevip dost olduğumuz bir mekanımız var; gelir gelmez çok yakın arkadaşlarımızla hemen orada toplanıyoruz, hepimiz bir yandan da mahalle arkadaşıyız, çok keyifli oluyor. Bu sefer uçağım gece indi, zaman kaybetmeden hemen ertesi günü buluştuk mesela... Çok uzun ayrı kalsak da, buluştuğumuzda hemen uzun masalar kuruluyor ve birbirimize daha fazla vakit ayırarak arayı kapatmaya çalışıyoruz. Kısıtlı zaman olunca, her an değerli... arkadaşlarımı ve sosyal yaşantımı özlüyorum, çat kapı ajansa gitmeyi özlüyorum. Onlarla hasret giderdikten sonra hemen işlere başlıyorum. Bu gelişimde Hepsiburada’nın reklam çekimi, ELLE çekimimiz ve oyunumun Ankara ve Bursa temsilleri vardı. Bebekler zaten yanımdaydı, Ali de okulunun ara tatili başlayınca geldi.
Bir evden diğerine taşınmak herkes için travmadır derler; siz 3 çocukla ülke değiştirdiniz. Sana sürekli nedeni soruluyor, ama ben öncelikle bu sürecin kolay olup olmadığını sormak isterim.
Kolay değildi. Londra’ya gittiğimiz tarih benim için zaten zor bir zamandı; çünkü Han daha 2 yaşında değildi; Leyla 2 ayını doldurmamıştı; ikisi de çok küçüktü. Her şeyleriyle ben ilgileniyordum, tüm zamanımı alıyorlardı. Ayrıca ben yaşadığı yere ve evine fazlasıyla bağlı biriyim. Alışkanlıklarım, günlük rutinlerim, evimdeki eşyalar, yastığım, koltuğum, mutfak düzenim... benim için bunlardan vazgeçmek oldukça güçtür. Uzayan pandemi süreci de evimle olan bağımı iyice artırmıştı. Bu nedenle oradaki yaşam tahminimden daha zor oldu. Belki 20’lerimde ya da 30’larımda gitseydim böyle hissetmezdim ama 40 olduktan sonra insanın öncelikleri ve değer verdikleri değişiyor. Beni ben yapan şeylerin ne kadar kıymetli olduğunu anladım. Şu anda hayat düzenimizi iki farklı ülkede devam ettirdiğimizi kabullenmiş durumdayım; yani ülke değiştirmedik, hayatımıza bir ev daha ilave ettik diye bakıyorum. Yılın 6 ayı orada, 6 ayı buradayız.
İkiniz de Türkiye’de çalışırken verilmesi çok kolay olmayan bir karar... Ana motivasyonunuz ne oldu?
Büyük oğlumuz Ali’nin müziğe karşı ekstra bir ilgisi ve yeteneği var. Çocukluğundan beri festivalleri takip eden, çok yüksek müzik zevki olan bir çocuktur. Londra’ya gitmemizin ana nedeni onun ilerde almak istediği eğitimin provasını yapmak. Çünkü okumak istediği bölümle alakalı olması gereken yer orası. Ailecek orada olmanın doğru bir karar olduğunu düşündük.
Şehir merkezi yerine Londra’nın doğusunda, doğaya yakın bir bölgede yaşamayı seçtiniz. Nasıl bir hayatın var orada?
İki bebekle buradakinden hiç farklı olmaz gibi görünse de, oldukça farklı bir hayat... Çoğunlukla evde olsam da burada çok daha konforlu ve hareketli bir alanım vardı; orada her şey çok yavaş. Bizim evde gün saat altı buçuk sularında başlıyor, çünkü küçükler uyanıyor. Önce Ali’yi okula yolcu ediyorum, sonra Han’ı 2-3 saatliğine evimize yakın bir okula bırakıyorum. O oradayken nehrin kenarında yürüyorum, bir kahve içiyorum ve Han’ı alıp eve getiriyorum. O sırada Leyla uyumuş oluyor; Han’ı yedirip uyutuyorum ve Leyla uyanıyor! Bu sefer Leyla’yı parka çıkarıyorum. Akşamüstü olduğunda bazen hep birlikte dışarı çıkıyoruz ya da daha önceden planlayabilmişsek şehre gidip dolaşıyoruz. Eğer şanslıysam ve Halit yanımdaysa, bazen sadece Ali’yi alarak şehre güzel bir yere yemeğe ve bir oyuna gidiyoruz. Anlatınca çok sakin ve rutin görünen, ama bu sakinliğin içinde çok yorucu bir hayatım var. Şehir dışını denemiş olduk; muhtemelen önümüzdeki sene şehir içine taşınacağız. Doğada olmak güzel, ama hayattan da kopmamak adına herkesi organize etmek ve bir yere zamanında yetişmek açısından çok zorlayıcı oluyor. O yüzden her şeye daha kolay ulaşım sağlayabileceğimiz bir hayat düzenine geçeceğiz.
Ali 12, Han 2,5 yaşında. Leyla ise henüz bu ay 1 yaşını dolduruyor. Onlar zorlandı mı ya da seni zorladılar mı?
Şu anda beni en çok Leyla zorluyor; çünkü hiç yerinde durmayan bir kız. Bebekliği aşırı uslu ve aşırı sakindi, bu nedenle oraya ilk gittiğim dönemde hiçbir sıkıntı yaratmadı ama şu an tam yürüme öncesi epey hareketli. Oradaki evlerin darlığı ve çok merdivenli oluşu da dezavantaj tabii. Han 2,5 senedir hayatında bensiz hiçbir an geçirmezken şu an artık okulda kalabiliyor, onunla herhangi bir zorluk yaşamıyorum. Ali 3 yaşından itibaren aldığı eğitim sebebiyle bir dil sıkıntısı yaşamadı, sadece okul seçim sürecinde yıprandık biraz. Aslında aramızdaki en büyük ‘survivor’ o, çünkü biz genelde izoleyiz ama o gerçek hayatın içinde yaşıyor, okula gidiyor... Arkadaşları yeni, öğretmenleri yeni, yaşadığı yer yeni...
Çekirdek aile olarak baş başa geçirebildiğiniz anlar oraya gidince çoğaldı mı?
Aslında sanırım biz 2018’den beri bu şekilde yaşıyoruz. Halit de, ben de, dizi çekmenin en hoyrat olduğu zamanlarda uzun yıllar çok çalıştık, yüzlerce bölüm dizi çektik; o nedenle son senelerdeki –biraz da pandemi nedeniyle mecburi birlikte olma hali çok güzel geldi, çok da alıştım... Yalnızlığı çok seven, yalnız tatile giden, yalnız dışarı çıkıp bir kahve eşliğinde bir şeyler yazmak ve izlemekten çok mutlu olan biriyken, şimdi olur da tek başıma kalabilirsem kendimi yine çocukların fotoğraflarına bakarken buluyorum! Evde aileyle olmak benim için büyük mutluluk.
Bir kere de ‘çocuksuz 3 saat’ diye bir video paylaşmıştınız. Baş başa iken neler yaparsınız?
Aynı İstanbul’da olduğu gibi orada da eskiden beri çok sık gittiğimiz bir mekanımız var, muhakkak oraya gidip bir kahvaltı ederiz; sonra sokaklarda el ele yürürüz. Hiç durmadan konuşup, gülüp yürümek bize çok iyi geliyor. Holland Park ve Kensington Garden’ı çok seviyoruz. Eğer tüm günü organize edebilmişsek –ki bu son sene evden en fazla 3 saatliğine uzaklaşabiliyorduk- birlikte bir oyuna gideriz.
Burada sizi tanımayan yok; evinizden dışarı adım attığınız andan itibaren hep kontrollü olmak zorundasınız. Orada bu açıdan rahatladınız mı?
Biz karı koca bize yaklaşan insanlarla merhabalaşalım, sohbet edelim, istiyorlarsa fotoğraf çektirelim mantığında olduk hep, buna rağmen uzaktan çekildiğini anlayınca insan kendini rahatsız hissediyor. Londra’da hem Türk nüfus fazla, hem de dizilerimizin yurtdışında yayınlanması sebebiyle farklı ülke insanları tarafından da tanınıyoruz. Yani orada çok çok farklı bir durum yaşamıyoruz belki bölgesine göre yoğunluğu artıyor ya da azalıyor, İstiklal’e çıkmakla Regent Street ya da Oxford’a çıkmak arasında pek fark yok, aynı şeyi yaşıyoruz.
Üç çocuk da evdeyken hiç kaçıp bir yere saklanma ihtiyacın oluyor mu?
Hepsi birden “anne anne anneeeee” dediklerinde bazen yukarı çıkıp 5 dakika banyoya kapandığım oluyor! Çünkü sadece ruhen değil, fiziksel olarak da gerçekten çok yoruluyorum.
Ali müzikle ilgili. Peki Han ve Leyla hangi yöne doğru gideceklerinin sinyalini veriyorlar mı?
Han da Ali gibi sanatın bir koluyla ilgilenecek diye düşünüyorum. Çok dışa dönük ve komik bir çocuk. Kendi kendine her daim hayali oyunlar kuruyor; şaşırıyor, üzülüyor, gülüyor. Yemek sandalyesindeyken bir anda gözlerini kapatıp yere eğiliyor, “ne yapıyorsun” diyoruz, “suya dalıyorum” diyor. “Hadi çık artık sudan, yemek yiyeceğiz” diyoruz, “suyum ben, çıkamam” diyor. Onun hayatının merkezi eğlenmek. Leyla’ya dair bir şey söylemek için henüz çok erken; şu an daha abisinin topları, arabalarıyla falan oynuyor. Çok komik bir kız. Çok da hareketli, yerinde durmayan bir tip olacak besbelli.
Çocuklarına vermek istediğin en önemli değerler nedir?
Vicdanlı, merhametli, herkesi olduğu gibi kabul eden, önyargısız, insanların sadece kalbiyle ilgilenen çocuklar yetiştirmeye çalışıyoruz. Bizim için tek ayrım iyi insanlar ve kötü insanlardır, ötesi yoktur; bunu onlara da öğretmeyi umuyoruz. “Ne kadar güzel bir çocukluk geçirdik diyecekleri kadar mutlu bir çocukluk yaşamalarını arzu ediyorum.
Kendi annelik tarzını nasıl tarif edersin, hepsinde aynı mıydı? Evde iyi polis-kötü polis var mı?
Genelde ben dışardan daha kuralcı görünürüm. Halit ile aramızda net bir şekilde iyi polis kötü polis ayrımı yok açıkçası. 28 yaşında yaptığım anneliğim ile şu andaki aynı değil elbette; yıllar içinde doğal olarak ben de öğrendim, geliştim ve değiştim. Rutinlerin gereğine inanıyorum ve her şeyin çocuğun kontrolünde olmasını doğru bulmuyorum. Ancak şu andaki deneyimimle çocukların davranışlarına ve ihtiyaçlarına yaklaşımım çok başka. Sanırım bilgilendikçe sakinleştim ve yumuşadım. Kendimi sorgulama ve yetersizlik hissim kayboldu. Her çocuğumda anneliğim de yeniden şekillendi. Ve bu değişim Ali’nin ergenliğine denk geldiği için onunla olan ilişkimize de faydası oldu. Anneliği kutsallaştırmanın doğru olmadığını düşünüyorum, bence kutsal olan şey çocuktur!
Sosyal medyada tüm kadınlara ilham ve motivasyon veren paylaşımların oluyor. Hepsiburada’nın da marka yüzü oldun. Neler yapıyorsunuz bu işbirliği kapsamında?
Herkesin kadınlık yolculuğu çok farklı olsa da hepimiz benzer duygular yaşıyoruz ve Hepsiburada’yla işbirliğim bu açıdan benim için çok özgür bir işbirliği. İlk günden beri markayla çok sık bir araya geliyoruz; sık sık toplantılar yapıyoruz, sürekli birlikte projeler üretiyoruz, Hepsiburada markasının altında kadınlar için nasıl daha verimli olabiliriz diye kafa yoruyoruz. Anne-çocuk yolculuğunun tamamen kişiye özel ve özgür olduğunda, buna dışarıdan müdahil olmanın doğru olmadığında, kadınlara bedenleri ile dayatılan şeylerin yanlışlığında hemfikiriz. Yaptığımız canlı yayınlarda da marka ekibiyle fikirlerimiz hep aynı noktada buluştuğu için ilk günden beri çok mutlu bir yolculuk yaşıyorum. Benim hayata, anneliğe ve kadınlığa dair bakış açımı çok destekleyen bir yerde duran Hepsiburada’nın kadınlar ve çocuklar için hayata geçirdikleri projelerle toplum için fayda yaratmayı hedeflemesi de benim için oldukça kıymetli. Örneğin; “Girişimci Kadınlara Teknoloji Gücü” programıyla girişimci kadınlara birçok konuda destek sunuyorlar. “Bir Gülüş Yeter” isimli sosyal sorumluluk projesiyle de erişimi kısıtlı bölgelerde eğitim gören çocuklara oyuncak, kitap ve kırtasiye desteği veriyorlar. Şimdiye kadar on binlerce çocuğa ulaştılar.
Hepsiburada’dan online moda alışverişi de yapıyor musun? Deneyim ve çeşitlilik açısından nasıl bir seçki buluyorsun? En son ne aldın?
Birçok şey alıyorum ama en son siyah bir panço-yağmurluk aldım. Yapılan anketlerde Hepsiburada defalarca en çok tavsiye edilen e-ticaret sitesi seçildi. Tüketici birim fiyatı çok yüksek ürünlerde bile Hepsiburada’dan güvenle alışveriş yapıyor; dolayısıyla moda alanında da seçkisine, markaların çeşitliliğine ve kalitesine güveniyorum. Ben de online alışveriş yapan biriyim, özellikle pandemiden sonra mağaza yerine e-alışverişe iyice alıştım. Hepsiburada’dan pek çok koleksiyon ve liste yapıp hayatımda ilk kez bunları insanlarla paylaştım.
Giyim stilini nasıl tanımlarsın? Gardırobunda en çok ne vardır?
Şu anda yaşam tarzımla da bağlantılı olarak konformist bir stilim var. Giydiğim şeyin içinde rahat etmeliyim. Dolapta en çok beyaz basic tişört ve atletler var; hem gündüz hem gece çok fazla kullanıyorum. Jean ve dış giyim de çok seviyorum, hep elim onlara gidiyor. Sneaker ve spor ayakkabılar da vazgeçilmezim.
Sen tüm alışverişlerinde doğal ürünlerden ve lokal üreticilerden yanasın, yeni keşfettiklerini de sık sık paylaşıyorsun, en son müslin önerileri vermiştin. Hepsiburada’da o açıdan da aradıklarını bulabiliyor musun?
Tüketici olarak artık çok daha deneyimli ve bilgiliyim, özellikle çocuklarım söz konusu olduğunda elimden geldiğince doğal ve organik ürünler tercih ediyorum, ürünler arasındaki farkı artık çok iyi bilir hale geldim, bazı ürünler var ki organik iplikle yapılmış, bazı ürünler var ki gerçekten tamamen organik; tecrübelendikçe bunların ayrımına çok daha fazla vardım. Sürdürülebilir, etik ve temiz moda anlayışını beğeniyorum. Müslin de hem bebeklerde hem kendim için çok kullandığım bir malzeme, Hepsiburada’da çok fazla seçenek var ve çok alışveriş yaptım. Yerli üreticileri destekliyorum. Bir de kadın girişimcilerin yarattığı Türk markaları keşfedip onları kendimce tanıtmaya çalışıyorum. Bununla ilgili projelerimiz oluyor. Geçtiğimiz yıllarda bir sürprizimiz oldu kadın girişimcilere ürünlerinden ekibimle sipariş ettik, tüm bu ürünlerin reklamlarını çektik ve marka sahiplerine sürpriz olarak Instagram’da yayınladık. Birçoğuyla hâlâ iletişim içindeyim.
Kişisel ve kurumsal olarak pek çok yardım işinde destekçisin. Küçük işletmelere SMA hastası çocuklara, vakıf gecelerine destek oluyorsun. Başkalarına ve topluma faydalı olmak senin karakterinin ve hayat felsefenin bir parçası gibi geliyor, öyle mi?
Haydi bir sosyal sorumluluk projesi seçeyim de yapayım gibi bir planlamam yok; ancak sosyal medyadan gördüğüm ihtiyaçları takip edip anlamaya uğraşıyor, iyice araştırıyor ve elimden bir şey geliyorsa yapmaya çalışıyorum. Herhangi bir yardım toplama ya da duyuru yapılacaksa bunu önce o yardım edeceğim kurumun yetkilisiyle konuşup onun kontrolünde yapıyorum. Benim için öncelikli alanlar çocuklar, hayvanlar ve eğitim. Bu alanlarda ismimin ve etki gücümün bir faydası olacaksa mutlaka katkı sağlamaya çabalarım. Yani duygusal ve amatör bir ruhla ilerliyorum bu yolda.
İnsanlara yararlı olmaya çalışırken bir yandan da hoş şeyleri paylaşıyorsun. Yanlış anlaşıldığını hissettiğin oluyor mu?
Eskiden daha çok yazardım, ama bir arkadaşım “bazen yazdığın zaman insanlar senin sesinin tonunu duymadığı için fazla didaktik algılanıyorsun” dedi ve ona hak vererek derdimi video çekerek sesli anlatmaya başladım. Aslında herkes kendi hesabında istediğini söylüyor; ben de kendiminkinde hassas olduğum meseleler hakkında konuşuyorum. Hiçbir zaman hiçbir meslektaşımı ya da kimseyi hedef göstermeden meseleye odaklanmaya çalışıyorum, Elimden geldiğince nazik olmaya çalışsam da, yazı diliyle farkında olmadan bazı insanlar bazı şeyleri farklı algılayabiliyor; bunu fark ettiğimden beri ya da artık daha kontrollüyüm. Ama mesela çocuk istismarı gibi bir mesele gündeme geldiğinde asla sakin olamam ve olmayacağım.
Bu kadar çok içselleştirmek yormuyor mu?
Yoruyor; ama ben hep yorgunum zaten, sanki yorulmadığımda yeterince iş yapmamışım gibi geliyor... Bir de ben paylaşıp sonra normal hayatıma devam edemiyorum. Günlerce o konuya takılı kalıyorum. Bu aralar biraz daha sakince işime odaklandım; arka planda elimden geldiğince bir şeyler yapmaya çalışıyorum.
Nezaketsizlik ve mesafe ayarlayamama konusunda çok hassastın. Acaba sosyal medya mı kaçırdı bu ayarı?
Ben sosyal medyada kendime çok güzel bir koruma kalkanı yarattım. Aplikasyonun da verdiği opsiyonla, istemediğim hiç kimse zaten bana ulaşamıyor. DM okumuyorum ama eskiden yorum okurdum; şimdi huzurum için o iletişim kanalını da tamamıyla kapadım. Çünkü yeni dünyadaki zehirli dili kaldıramıyorum. Nezaket, benim hayatımda çok önemli bir değer, ailemden de bunu gördüm.
Çok sevilen, ama sevginin yanı sıra tüm Türkiye tarafından çok da saygı duyulan bir çiftsiniz. Tıpkı bir zamanlar senin anne-babana duyulan saygı gibi... Nasıl sağladınız bunu?
Böyle düşünülüyorsa ne mutlu... Belki bir nedeni kariyerlerimiz ve yaptığımız işler olabilir. Ben kariyer planlamamı ilk günden beri büyük ve güçlü ID ekibiyle yaptım ve gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki önceliğimiz hep doğru proje, doğru hikaye ve bir cümlesi olan işler oldu. Bir iş geldiğinde önce işin içindeki yerimizi ve huzurumuzu önemsedik, maddiyat hep sonra geldi. Halit’in de, benim de genelde karşılaştığımız tüm insanlarla önyargısız ve güçlü bir iletişimimiz vardır; bir diğer nedeni de belki bu olabilir. İkimiz de insanlarla konuşmayı seviyoruz.
Evet, hayatımı bu adamla geçirmek istiyorum dediğin anı hatırlıyor musun? Seni en çok etkileyen yanı neydi? En çok nesine hayransın?
20 sene öncesine mi gideyim yani! Şaka bir yana, Halit benim hayatımda vazgeçilmezdir. Onunla tanıştığımdan beri beni en etkileyen yanı hayata olan tutkusu, hoşgörüsü, yapıcılığı ve nahifliği oldu. Her şeyi seviyor, masadaki tabak takımından tutun da denizin dibindeki yosuna kadar her şeye karşı coşkulu bir sevgisi var Halit’in. Meyve veren bir ağaç gördüğünde kim ne der diye hiç düşünmeden o ağaca tırmanıyor oluşu bana çok mutluluk veriyor. Onun o özgür ruhuna çok hayranım.
Anne-baba olduktan sonra birbirinizde keşfettiğiniz yeni özellikler oldu mu?
Halit çocukları hep çok severdi ama öyle şahane bir baba oldu ki ben de çok şaşırdım... Onsuz bir tane doktor randevumu hatırlamıyorum, üç doğumda da benim yanımda doğumhanedeydi. Çocuklarımızı onunla birlikte yetiştirebiliyor olmak benim için büyük şans. Ben daha otoriter bir ailede büyüdüm, o nedenle Halit’in biraz önce de bahsettiğim özgür ve özgürleştirici yapısı, her şeyi yapabiliriz, her şeyin bir çaresi vardır duygusu beni bu hayata en çok bağlayan şeydir diyebilirim.
Aşkı bunca sene koruyabilmenin en önemli sırrı nedir?
13 senenin sonunda bile şunu söyleyebilirim ki, biz birbirimizin yüzünü görmeden, günaydın ya da iyi geceler demeden bir gün geçirmeyiz. Birlikte dışarı çıktığımızda hiç susmadan konuşuyoruz ve bunun ilişkiler için çok önemli bir kıstas olduğunu düşünüyorum. Birlikte eğlenebilmek de öyle... Elbette her çift gibi tartıştığımız ve küstüğümüz de oluyor; ama bunca yılın sonunda birbirimizi keşfettik ve birbirimize ulaştık diye düşünüyorum. Halit’in bana verdiği huzuru hiçbir şeye değişmem. Ve biz birlikte olduktan sonra bu hayatta her şeyi çözebiliriz hissinin de aşkta, sevgide çok önemli olduğuna inanıyorum.
Kızlar ve Oğlanlar senin ilk tiyatro oyunun, değil mi? Tek kişilik olması avantaj mıydı yoksa daha mı zorluyor seni?
Evet, ilk oyunum. Tek kişilik olmasının avantajları da var, dezavantajları da. Mesela geçen gün provada İbrahim (Çiçek) bana “90 dakikalık oyunda hiç konuşmadan durduğun en uzun süre 6 saniye” dedi! Yüzde yüz bir konsantrasyon gerektiriyor. Ama bunun yanı sıra, oyun sırasında tek sorumluluk sende.
Hamile kalınca oyunu bırakmak zorunda kaldın; şimdi tekrar başlayacaksın değil mi?
Tam provalara başlamışken bir sıkıntı yaşadım ve durdum. Sonra pandemi kısıtlamaları vardı. Han 6 aylıkken aralıklı oturma düzeniyle bir daha oynamaya başladım ama vakalar artınca yine durduk. Sonra da ben yine hamile olduğumu öğrendim. Şimdi Leyla’yı büyüttüm ve tekrar geri dönüyorum. Ankara ve Bursa izleyicisiyle buluştuk, İnanılmaz bir duyguydu. İnşallah Londra’da da oynayacağım ve bir Avrupa turnesi olacak, çok heyecan duyduğumuz yerler, festivaller var, mutluyum.
“Kızlar ve Oğlanlar özlemek üzerine bir oyun”, diyor tanıtımında. Özlemek sende neleri çağrıştırıyor? Bu aralar hayatta en çok ne özlüyorsun?
Oyundaki özlemeyi bir kenara koyalım; onu sadece izleyenler anlar... Şu anda özlem hissini en çok duyduğum dönem diyebilirim. Ama şükür ki sonunda kavuşmayı getirdiği için aynı zamanda çok güzel bir duygu.
Biraz anlatır mısın canlandırdığın kadını, seyirci neden gelsin bu oyuna?
Dennis Kelly’nin yazdığı ‘Kızlar ve Oğlanlar’, hayatta her anlamda yükselirken erkek şiddetine maruz kalan bir kadının hikayesi ve eril şiddetini çok cesurca anlatıyor. Kontrolü tüketmenin, başkalarına karşı kontrollü olmayı reddetmenin hikayesi de diyebiliriz. Oynandığı her yerde çok büyük ses getirmiş, ben de metnini çok kıymetli buluyorum. Hayatımız boyunca maalesef ki gördüğümüz ve şahit olduğumuz, bazen 3’ncü sayfa haberi olarak okuduğumuz bütün bu şiddet olaylarının aslında ne kadar planlı ve tasarlanarak yapıldığını anlatıyor. Sadece oyuncu için değil, seyirci için de zor bir oyun. Yoğun duygu geçişleri var; şiddetin yanı sıra aşka, kadınlığa ve anneliğe de dokunuyor. Bana neden yeni bir oyun yapmıyorsun diye soruyorlar, ama ben bu metnin daha geniş kitlelere ulaşması gerektiğini düşünüyorum. Ulaşsın ki derdimizi anlatalım ve birilerini bu anlamda rahatsız edelim. Yeni bir oyun yapsam da bu metni bırakmayacağım; oynayabileceğim kadar oynayacağım.
Sen hiç psikolojik /fiziksel şiddete ya da ayrımcılığa maruz kaldın mı?
Bunu yine ELLE dergisinin özel bir sayısında söylemiştim; çok küçük yaştan itibaren sokakta bütün kadınlar gibi ben de sözlü tacize uğradım. Üniversiteden eve dönerken otobüsten inip karanlık bir yol yürümek zorunda kalıyordum, korktuğum için orada kafama siyah bere takıp erkek taklidi yaptığım zamanlar da oldu. Şimdi bunlar cesurca dile getiriliyor, o zamanlar konuşulamıyordu.
Dizi setlerini özledin mi, tahmini ne zaman dönersin tekrar? Dijital ya da ana akım arasında bir tercihin olur mu?
Ben hep ana akımda çalıştım ve yaptığım son işlerde hep bir yandan da evdeki aile hayatını organize etmek zorundaydım. Özellikle ‘Vatanım Sensin’de ikimiz aynı anda çalıştığımız için oldukça zorlandık. Oyunculuk yapmayı, işimi çok özledim. İştahımı kabartan işlerde arkadaşlarımı izlediğimde aşırı mutlu oluyorum. Ben de artık proje okumaya başladım, ama ana akım benim için henüz erken. Sevdiğim bir ekiple, sevdiğim bir yönetmenle, mutlu olacağım bir dijital işi yapabilirim.
Okuyunca seni kalbinden vurup evet dedirten hikaye ve senaryoların ortak yönleri nedir?
Söyleyeceği, anlatacağı bir cümlesinin olması... Son iki işim ‘Karadayı’ ve ‘Vatanım Sensin’ bu anlamda beni çok heyecanlandırmıştı; iki senaryo da tutkuyla oynadığım işlerdi. Yazılan diyalogların gerçekçi olmasını da çok fazla önemserim. Diyaloglardan o hikayenin nereye gideceğini, o yazarın kalbinin ve kaleminin ne kadar özgür olabileceğini, nelere dokunabileceğini çok net anlayabilirsin. Bu nedenle sıradan olacak kadar gerçekçi olmasını isterim.
Halit Ergenç ile hem ‘Binbir Gece’, hem ‘Vatanım Sensin’de karşılıklı oynadınız. Yine birlikte oynamak ister misin?
Biz de geçen gün bunu konuştuk; birlikte bir iş daha mı yapsak dedik. Yanlış anlamayın, birlikte çalışmak hiç kolay değil. Sete dargın gidip aşk sahnesi çektiğimiz günler oluyordu. Sahneler söz konusu olduğu zaman fikirlerimizin çok ayrı düştüğü durumlar da oldu. Taylan’larla (Yağmur ve Durul Taylan) sahne öncesi bir-iki saat tartıştığımızı hatırlarım. Aslında tam da bu tartışmalar çok hoşuma gittiği için Halit’le oynamak isterim. Çünkü onun bakış açısını, işine olan saygısını, her koşulda ne olursa olsun en iyisini yapmak için varını yoğunu akıtmasını çok seviyorum. Bir de kocam yani, niye istemeyeyim?
Çok güzel iki albümün var, devam edecek misin şarkı söylemeye?
Oyunculukta nasıl bir hikayenin içindeysem şarkı söylerken de hikaye anlatmayı seviyorum. Öyle çok yüksek perdelere çıkabilecek bir sesim yok ama hikayesini anlatmayı seviyorum şarkıların. Canlı performansla seyirciyle buluşmak da isterim ama ben bir oyuncuyum, şarkıcı değilim; ancak çok özel bir organizasyonla çok iyi hazırlanarak bir konser yapabilirim.
Hayatı planlayarak mı rahat edersin yoksa teslim olup akışına bırakman mümkün oluyor mu?
Maalesef saatlerimi, günümü, ayımı, yılımı planlayarak geçti ömrüm... Sadece iş seçeceğim zaman teslimiyetçiyim; kadere inanırım ve eninde sonunda benim için en iyisinin olacağını bilmenin rahatlığını yaşarım. Onun dışında Başak burcu özelliklerim aktiftir; stres olurum, paniğimdir, evhamlıyımdır. Kaygı düzeyim yüksektir. Uçak korkum sürüyor. Biri telefonunu açmayınca hemen aklıma kötü şeyler geliyor, engelleyemiyorum. Hepsi biraz da aileden miras... Genelde bu konuda hep kendimle mücadele halindeyim; çocuklarımda da aynısı olmasın diye çok uğraşıyorum.
Gençken de böyle miydi?
Değildi. Şunu çok rahat söyleyebilirim ki, benim korkularım tanınmaya başladıktan sonra su yüzüne çıktı, çünkü bence hayatımın kontrolünü kaybettiğimi düşündüğüm noktada korkmaya başladım.
Peki Bergüzar’ın en çok hangi huylarını seviyorsun?
Kendimi seviyorum, çok fazla şefkat gösterdiğim söylenemese de kendime dair bir derdim yok. İşime duyduğum saygıyı seviyorum mesela. İşte kimse benim yüzümden sıkıntı yaşamaz; olmayanı bile oldurmaya odaklıyımdır, bu huyumu da seviyorum. Genel olarak mutluyum hayatımdan.
Kadın bedeninin sürekli malzeme olması, özellikle sosyal medyadaki mükemmellik beklentisi hakkındaki görüşlerin ne?
Biliyorsun bütün görüşler bir karşıt görüş de doğuruyor. Birileri sosyal medyada mükemmellik peşindeyken, bir yandan da ‘body positivity’ akımı çıktı ve tüm dünyada kendini olduğun gibi kabul etmek, olduğun gibi sevmek, doğal olmak felsefesi güçleniyor. Podyumlarda XL modeller yürüyor, markalar reklam kampanyalarında tek tip vücut kullanmaktan kaçınıyor. Bunu çok önemli buluyorum. Ben de hamileliklerimde çok kilo aldım, hâlâ da hepsini verebilmiş değilim, ama bu halimi de kabul ediyorum. Kendim zayıflamak istersem zayıflarım; ama birinin bana “bu öğretmeni oynamak için 5 kg vermen lazım” demesinden hoşlanmıyorum, çünkü bir öğretmenin manken gibi görünmesine gerek yok. Sadece ekranda ve göz önünde olduğun için dayatılan herhangi bir şeyi doğru bulmuyorum. Bir yetişkin bedenine ne yapmak istiyorsa yapar; kendi kararıdır, kimse karışamaz.
Mükemmel olma algısından korumamız gereken yegane varlık çocuklarımız! Onlara sadece fizikleriyle var olmadıklarını, birey olarak çok daha değerli olduklarını anlatabilmeliyiz.
Beslenme konusunda kuralların var mı?
Benimle ‘organik Bergüzar’ diye çok dalga geçerler ama aslında tek yaptığım şey temiz gıdaya ulaşabilme şansım varsa onu zorlamaktır. Bu artık bizim evimizin düzeni de diyebiliriz. Meyvemi, sebzemi pazardan alırım. Belirlediğim bazı yerli üreticiler var; makarnamı bir yerden, avokadomu başka yerden getirtiyorum. Yumurtam Adana’dan, portakalım Antalya’dan gelir mesela; böyle alışkanlıklarım var.
Annem genç yaştan beri bu konuda acayip bilgili bir kadınmış, hiç paketli gıda yedirmedi bize, o nedenle alışkanlığım yoktur. Asitli içecekler de içmem. Akşam belli bir saatten sonra yememeye gayret ederim ama dışarı çıktım, canım fast food bir şeyler mi yemek istiyor, yerim ve bu herhangi bir gerginlik yaratmaz benim için.
Seyahat edip fotoğraf çekmeyi sevdiğini biliyorum. Londra’da da çekiyor musun?
Manuel fotoğraf çekmeyi çok seviyorum ve yeni makine aldım, ama zamansızlıktan bir kere bile elime alamadım, ayarlarına bile bakamadım... ki Londra’da her yer bir fotoğraf karesi! Objektifi yüzüme tuttuğumda beni tanımadıklarından kimse ne yapıyorsun diye sormuyor, o yüzden fotoğraf çekmek benim için çok büyük bir özgürlük oluyor. En çok portre çekmeyi seviyorum.
Seneler önce “önceleri griydim, şimdi pembeyim” demiştin. İkincisinde ise “şu an rengarengim” dedin. Bugünlerde ne renk hissediyorsun?
Valla şimdi de rengarengim! Üzerime giydiklerim kremler, bejler, griler olsa da, içimin gökkuşağı gibi olduğunu hakikaten hissedebiliyorum.