MUTLULUĞU BASİT ANLARDA ARAYAN BERK CANKAT

Oyunculuk kariyerinin yanı sıra tasarım tutkusunun da şekillendirdiği hayat yolculuğuna bizi de dahil eden Berk Cankat’ı takdimimizdir.
ELLE ONLINE 22 Şubat 2023

Onu, bir süredir ara verdiği setlere döndüren iki önemli dizinin çekimleri sırasında yakaladık. “Hayatımda bir dönüm noktası olabilir” dediği, Cumhuriyet’in 100. Yılında yayınlanacak olan Atatürk dizisinde Ali Fuat Cebesoy’a hayat veren Berk Cankat, Aralık başında tv8’de ekranlara gelecek Sıfırıncı Gün’ün çekimlerini de sürdürüyor. Bir yandan tarihe ışınlanarak Atatürk’ün yanı başında olabilmenin büyük heyecanını yaşarken, bir yandan da polisiye bir projede adrenalin dolu saatler geçiriyor. 

Kasım ayının beklenmeyen sıcaklığıyla şaşırttığı güneşli bir günde CVK Park Bosphorus Hotel Istanbul’un yabancı misafirleri, fotoğrafçıya art arda poz veren bu hiç tanımadıkları kişinin bir moda çekiminde olduğunu ve modellik yaptığını düşündüler belki.

Oysa onu tanıyanlar, onu bilenler, bu model edalı yakışıklı genç adamın Bir Sır Vereceğim, Güzel Köylü, Muhteşem Yüzyıl, Gülizar, Yıldızlar Şahidim, Bir Deli Rüzgar ve Aslında Özgürsün gibi dizilerde karşımıza çıkan genç oyuncu Berk Cankat olduğunu anladı.

“Çocukluk hayalimdi ya da en başından beri oyunculuk yapmak istiyordum” gibi bir hikaye değil onunkisi. Tanıdıkça seviyor, o dünyanın içine girdikçe öğreniyor, heyecanlanıyor, hayaller kurmaya başlıyor ve tecrübe kazandıkça attığı bilinçli ve sağlam adımlar onu bugün olduğu yere taşıyor.

“Kayıt denildiği o anı çok seviyorum, oyunculuk sayesinde normalde yapamadığımız şeyleri yapıyor, bulunamadığımız mekan ve zamanlarda bulunabiliyor, gerçek hayatta olamayacağımız kadar cesur olabiliyoruz” diye anlatıyor Berk Cankat ve işte çekimleri devam eden Atatürk dizisiyle birçoğumuzun yapmak isteyip de yapamadığı şeyi, canlandırdığı Ali Fuat Cebesoy karakteriyle Atatürk’ün nefesini hissetmeyi, onun en yakın arkadaşı olmayı başarıyor. O döneme ait kostümlerle, karakterle tarihe ışınlanırken yaşadığı duygular öylesine güçlü ki, öylesine bir özdeşleşme yaşıyor ki, Aras Bulut İynemli’nin canlandırdığı Atatürk’e baktıkça, “acaba mı?” diyebiliyor, gerçekle kurmaca o derece iç içe geçiyor ki, “acaba Atatürk’ün yanında mıyım?” sanrısına kapılabiliyor.

Ve sonra çekimleri hâlâ devam eden Sıfırıncı Gün dizisiyle bugüne dönüyor, kendini postmodern bir dünyada polisiye bir karakterin içinde buluyor. 

Bir sürü karakterle tanışmak, farklı rollerde oynamak ve çok beğendiği Brad Pitt’le aynı projede yer almak gibi tutkulu hayalleri var. Ama hayallerinin en güzeli bir gün Avrupa’nın bir kasabasında açtığı bir kafede kendi yaptığı tasarım objelerini satmak, kafeyi kapatınca da yakın dostlarıyla toplanıp keyifli yemekler yemek, kısaca huzurlu bir hayat yaşamak.

Huzuru ve mutluluğu basit şeylerde, küçük anlarda arayan Berk Cankat’ın hayatına bir, iki saatliğine sızıp onu yakından tanıyoruz.

 Aralık başında TV8’de yayınlanacak olan Sıfırıncı Gün’ün bazı bölümleri Miami’de çekildi ve sen de oradan Türkiye’ye yeni döndün. Dizinin konusundan bahseder misin kısaca?

Uzun zamandır pek rastlanmayan türde bir senaryo ve proje Sıfırıncı Gün. Miami’de çekimler yaptık, şimdi İstanbul’da devam ediyoruz. Tek bir kadınla erkeğin başrolde olmadığı, çoklu karakterlerin dikkat çektiği, temposu hiç düşmeyecek, hikayesiyle de izleyicilerin ilgisini çekeceğini düşündüğümüz oldukça hareketli bir polisiye iş. Temelde iki genç polisimiz var ve hikaye bu iki polis etrafında gelişiyor. Ben öfkesine hakim olamayan, sinirlendiğinde kural dinlemeyen, aklına eseni yapan bir karaktere hayat veriyorum. Hikaye derinleştikçe karakterin özelliklerini ve olaylara karşı gelişen farklı tepkilerini daha iyi anlamaya başlayacağız.

 Karakterin nesi cezbetti seni? 

İnsan hem sosyal hayatında, hem de profesyonel olarak bir takım deneyimler kazandıktan sonra canlandıracağı karakterleri seçerken daha rahat karar verebiliyor. Ben senaryoyu okuduğumda bu karakteri çok sevdim, içine kolayca girebileceğimi düşündüm ve hatta “tam benlik” dedim. Aynı şeyi önceki işim için de hissetmiştim.

Genelde bu tarz hikayelerde gri alanlarda gezen karakterler çok sık yazılmıyor. Başka bir deyişle, çok iyi ya da çok kötü ayrımı olmadan tıpkı yaşadığımız hayattaki gibi gerçek karakterlerle karşılaşınca bir oyuncu olarak kendimi çok şanslı hissettim. Hikayeyle ilk tanıştığımda genel olarak çok etkilendim, canlandıracağım karakter için yapabileceklerimi önceden gördüm ve çok eğleneceğimi hissettim ki öyle de oluyor. Umarım aynı hisleri izleyiciyle de paylaşabiliriz.

 Dizinin adı neden Sıfırıncı Gün? Bir manası var mı?

İlk bölümde bir olay oluyor ve herkesin hayatı değişiyor. Bu olay diziye adını veriyor. Ama ne olduğunu şu aşamada söyleyemem. İzleyip görmeniz lazım.

Gelelim hakkında şimdiden çokça konuşulan Atatürk dizisine. Cumhuriyet’in 100. yıldönümünde Disney+’ta yayına girecek olan bu büyük prodüksiyonda Türkiye tarihinin önemli isimlerinden biri olan, Atatürk’ün silah arkadaşı, Türk asker ve siyasetçi Ali Fuat Cebesoy’u canlandıracaksın. Nasıl gelişti her şey?

Ali Fuat Cebesoy’u elbette tanıyordum ama diziyle birlikte onun hakkında derinlemesine araştırma yapmaya başladım. “Sınıf Arkadaşım Atatürk” isimli bir kitabı var örneğin, onu aldım ve okumaya başladım, ayrıca internette de bolca araştırma yaptım ama yönetmenimiz Mehmet Ada Öztekin o döneme ve karakterlere o kadar hakimdi ki bize hiç zorluk çektirmedi, her daim yardımcı oldu.

Ayrıca karakterlerden bahsetmişten, Atatürk’e hayat veren ve ilk defa birlikte çalıştığım Aras Bulut İynemli’ye de buradan teşekkür etmek istiyorum. İşini büyük bir disiplin ve ciddiyetle yapan müthiş bir oyuncu.

Peki çekimler süresince neler keşfettin Ali Fuat Cebesoy, Atatürk ve diğer tarihi kişiliklerle ilgili?

Kişilerle ilgili değil de farklı bir konuyla ilgili bir tespitte bulunmak istiyorum. Çekimler boyunca çok gezdik, Makedonya’dan Hatay’a gittik, Konya’da, Çanakkale’de bulunduk. Sıcaklarda o kostümlerin içinde çalışmak hiç kolay değildi ama günün sonunda onları üstümüzden çıkarıyorduk. Oysa Ali Fuat Cebesoy, Ali Fethi Okyar, Nuri Conker ve daha birçoğu tamamen millet aşkıyla bu şekilde giyinip yaşıyorlardı, hayatlarını vatana adamışlardı ve başka hiçbir zorluğu önemsemiyorlardı. Dışarıdan bakınca bu insanların yaptığı fedakarlık anlaşılmıyor ama sadece bir gün boyunca bile olsa onlar gibi yaşamaya başladıkça şok oluyor, şaşkına dönüyor insan.

Ali Fuat Cebesoy’u canlandırmak, Atatürk’ün yakın arkadaşlarından birine hayat vermek nasıl bir duygu?

Rol ilk defa bana teklif edildiğinde, yönetmenimiz Mehmet Hoca (Mehmet Ada Öztekin) beni aradığında koşa koşa gittim. Atatürk’ün içinde olduğu bir projede yer almak, ona ucundan kıyısından dokunabilmek müthiş gurur verici bir deneyim. Çok mutluyum Ali Fuat Cebesoy’u canlandırdığım için. Mehmet Hoca gibi dünyaca ünlü bir yönetmenin devasa setinde öyle karmakarışık duygular yaşıyor ki insan.... Bazen kendinizi gerçekten orada, geçmişte hissediyorsunuz. Herkes işini o kadar güzel yapıyor ki... Örneğin Aras’ın (Aras Bulut İynemli) hafif yan durduğu bir sahnede, kendimi kaptırdığım bir anda, tüylerim diken diken oluyor ve “acaba mı?” diyorum, “acaba gerçekten Atatürk’ün yanında mıyım?” Kısaca tarihe ışınlandığım çekimlerde duygu dolu anlar yaşadım.

Atatürk ve silah arkadaşı Ali Fuat Cebesoy’un arkadaşlıkları, ilişkileri hakkında neler öğrendin?

Ali Fuat’ın babası paşa ve onu diğer sınıf arkadaşlarından ayıran şey İstanbullu olması. O tam bir İstanbul beyefendisi, İstanbul’daki ortamları çok iyi tanıyor, nerede, nasıl oturulup kalkılacağını çok iyi biliyor. Tarih kitaplarında Atatürk ve Ali Fuat Cebesoy’un arkadaşlığına dair birçok şey okudum. Atatürk’e ilk rakısını içiren kişi Ali Fuat Cebesoy. Atatürk İstanbul’a geldiğinde Ali Fuat’larda kalıyor. Babası onu çocuğu gibi seviyor, “bu çocuğa dikkat edin, ileride çok önemli mevkilere gelecek” diyor ve akşam yastığının altına para koyuyor. Atatürk de Ali Fuat’ın babasını çok seviyor. Ali Fuat’ın Atatürk’le ters düştüğü bir nokta var: Atatürk tüm sistemi, padişahlığı ortadan kaldırmak isterken, Ali Fuat sadece padişahı devirmek istiyor ama sonunda onun izinden gidiyor.

Bir sürü dizide izledik seni. Med Cezir’deki Cem rolünün kariyerinde dönüm noktası olduğunu söylemişsin, Atatürk için de aynı şeyi düşünebilir misin?

Kişisel anlamda Atatürk dizisinin benim için bir dönüm noktası olduğunu söyleyebiliriz. Çok istediğim, kaliteli bir işin içindeyim. Ama bu işin kariyerimde nasıl bir etki yaratacağını gelecekte yaşayarak göreceğiz

Uzunca bir aradan sonra Sıfırıncı Gün ve Atatürk ile setlere geri döndün. Neden ara verdin?

Oyunculuk bir antrenman işi, kendinizi giderek geliştiriyor ve hep daha iyinin peşine düşüyorsunuz. İçinde olmak istediğim senaryolarla karşılaşmadığım için ara verdim. O koşturmacanın, o hırsların dışında kalmak istedim bir süre. Ama sonrasına Gain’de gösterime giren, Duygu Asena’nın kitabından uyarlanan Aslında Özgürsün dizisiyle setlere geri döndüm, ardından da zaten Atatürk ve Sıfırıncı Gün geldi.

Kadın şiddetini özendiren yapımlarda yer almayacağını vurguladığını, bu sebeple setlere ara verdiğini okudum.

Böyle senaryolar çok fazla karşıma geliyordu o dönem. Zaten şiddet her yerde, yanı başımızda, sokağa çıkmak yetiyor olumsuz şeyler görmek için. Dolayısıyla bu tarz işlerin içinde olmak istemedim. Farkındalık yaratıyor mesajına da karşıyım ayrıca. Ardından Duygu Asena’nın yazdığı bir kitaptan uyarlama bir dizi karşıma çıkınca hemen kabul ettim. Duygu Asena’nın ismi bile yeterliydi evet demek için. Kadın başrollerinin ağırlıkta olduğu Aslında Özgürsün’de keyifle rol aldım.

Bilkent Üniversitesi Güzel Sanatlar Grafik Tasarımı mezunusun. Oyunculuk dışında tasarımla mı uğraşıyorsun?

Evet tasarımcıyım ve tasarım her daim hayatımda var. Resim yaptım, kendi oyuncağımı ürettim, illüstrasyon ve animasyonlar hazırladım. Fotoğrafa da çok meraklıyım. Tasarım tutkum beni her daim besler. 

Oyunculuğu meslek olarak yapmaya nasıl karar verdin?

Ankara’dan İstanbul’a taşındığımda tasarımla uğraşıyordum ama kimseyi de tanımıyor ve sıkılıyordum. Biraz da insanlarla tanışmak için drama dersleri almaya karar verdim, bir yandan da amatör tiyatro yapıyordum. Üç yıl böyle devam etti sonra bir audition’a çağırdılar. 

Ve o audition’dan tam bir yıl sonra telefon çaldı, Sana Bir Sır Vereceğim dizisine bir karakter sokulacağı haberi geldi, o karakter de bana teklif edildi. 

Oyunculuğun en çok nesini seviyorsun?

Kayıt anını. Oyunculuk sayesinde yapamadığımız şeyleri ya pabiliyor, gerçek hayatta veremeyeceğimiz tepkileri verebiliyor ve gerçek hayatta olamayacağımız kadar cesur olabiliyoruz. Alt benliğim “ben”i izlerken çok eğleniyorum. 

Alt benliğinin seni izlemesi dışında sen sonrasında kendini izliyor musun?

Evet kendimi izlerim, bazen beğenirim, bazen beğenmem. Yaptığım işin sonucunu görmeyi seviyorum, merak ediyorum. Utandığım da olur ama mutlaka izlerim.

Şu ana kadar canlandırdığın roller arasında senin için özel bir yeri olan bir karakter var mı?

Muhteşem Yüzyıl’daki Alex çok özeldi, çok güçlü bir karakterdi, çok seviyordum onu ama hikayesi yarım kaldı, gerektiği kadar anlatılamadı. Bir Deli Rüzgar’daki Uğur karakteri de çok özeldi. Onun özgürlüğünü çok seviyordum. Sahnede ne yaparsanız yapın, o karakter yapabilir derler ya, o karaktere ait olan bir şeyler vardır çünkü.

Özgürlükten bahsetmişken sence oyunculukta karakterler ne kadar özgür?

Oyunculukta özellikle fazla zevk alınca bazen ipin ucunu kaçırabiliyoruz, işte orada yönetmen devreye giriyor. Her oyuncu kendine has yorumuyla özgürlüğünü belirliyor aslında çünkü o karakteri bambaşka biri canlandırsa ortaya bambaşka bir karakter çıkacak. Ama altı dolu bir karakterde oyuncu “ben böyle istedim, böyle oynadım” da diyemez elbette.

Nasıl geliştiriyorsun kendini mesleğinde?

Çok yoğun tempodayken ve oyunculuk yaparken insanın vakti olmuyor eğitime ama oynarken de öğrenme süreci devam ediyor. Oyuncu olarak hayata farklı bir bakış açısıyla bakmaya başladığınızda her şeyden bir şeyler öğreniyorsunuz.

Sen o karakterlerden, içinde bulunduğun hikayelerden neler öğrendin?

Oyunculuk üzerinden değil de yaş alırken birçok şey öğrendim ve değiştim. Eskiden çabuk öfkelenirdim, öfkemi dizginlemeyi öğrendim. Daha sabırlı, daha alttan alabilen, kendiyle daha az kavga eden birine dönüştüm. Yaş ilerledikçe bence değişim hızlanıyor, zevkler değişiyor, bakış açısı farklılaşıyor, yapmam dediğiniz şeyleri yapmaya başlıyorsunuz.

Aldığın grafik tasarım eğitiminin oyunculuğunda nasıl bir etkisi/katkısı oldu?

Oyunculuk hikayemden ziyade mesleki deformasyon derler ya estetik algımın geliştiğini söyleyebilirim. Bu şımarıklık olarak olarak algılanmasın ama kolay kolay bir şeyi beğenmiyor, hataları görebiliyor ve hep daha iyisini hedefliyorum. Bu hem güzel, hem de zor sanırım.

 

SON HABERLER