Juergen Teller
Bir moda fotoğrafçısından çok daha fazlası.
ELLE ONLINE 19 Temmuz 2010#text>
#text>ELLE: İlk kez ne zaman şeytanın bacağını kırdığınızı hissettiniz? #text>
#text>JUERGEN TELLER: Almanya’dan Londra’ya taşınmaya karar verdiğim 1986 yılında. Zaten fotoğraf çekmeye de birkaç yıl önce başlamıştım. Fotoğrafa biraz tesadüf eseri sürüklendiğimi söyleyebilirim. Kuzenimle birlikte tatile gitmiştik ve kendisi çok hevesli bir hobi fotoğrafçısıydı. Kamp yeri ararken sürekli durup bir şeylerin fotoğrafını çekiyordu. Başlangıçta bunu biraz sıkıcı buluyordum, özellikle de güzel fotoğraf çekmeyi... Benden onun fotoğraflarını çekmemi istediğinde bu iş bir şekilde ilgimi çekti. #text>
#text>
ELLE: Kullandığınız ilk makineyi hatırlıyor musunuz? #text>
#text>J.T.: Fotoğraf çekmeye Canon’un A1 modeliyle başladım. Ancak Almanya’da karşıma askerlik problemi çıktı. Ya devlet görevlisi olarak kamu hizmeti verecektim ya da askerlik yapacaktım. İkisi de cazip gelmediği için Londra’ya gitmeye karar verdim, doğru dürüst İngilizce bile bilmiyordum. Yanımda fotoğraf makinemden başka bir şey yoktu ama 1,5 yılımı askerlikte geçirmek yerine Londra’da fotoğraf macerasına atılmak çok daha ilginç geldi. Aynı dönemde tuhaf bir tesadüf eseri boynumu da kırmıştım ve yapmak istediğim şeylere devam etmekte çok zorluk çektim. ~ #text>
ELLE: Güzel fotoğrafları hala sıkıcı buluyor musunuz? #text>
#text>J.T.: Yo hayır, güzel fotoğraf severim. Benim fotoğraflarımdan bazıları da güzeldir. Önemli olan güzelliği nasıl yorumladığınız. Güzellik son derece pozitif bir şeydir, ayrıca caziptir de. Ben sadece yüzeysel bir güzellikten sıkılıyorum. Bu yüzden moda fotoğrafı çekerken 16 yaşında, uzun boylu kusursuz Rus kızlarıyla çalışmayı tercih etmiyorum mesela. Mükemmel görünse de, hayatını yaşamamış bir genç kızı kumlarda uzanmış şekilde çekmeyi anlamsız buluyorum. #text>
#text>
#text>ELLE: Hemen hemen bütün fotoğrafçıların başvurduğu photoshop teknikleri hakkında ne düşünüyorsunuz? #text>
#text>J.T.: Ben hiç kullanmıyorum ve insanların bu teknikleri neden tercih ettiklerini de pek anlamıyorum. Fotoğraflarını çekmek için karşıma oturan insanlara dikkatlice baktığımda kimseyi değiştirmek istemiyorum. Yaşadığımız dünyada da bazı şeyler güzel, bazı şeyler çirkin, onları olduğu gibi kabul edip birlikte yaşamıyor muyuz? Photoshop teknikleri hiç ilgimi çekmiyor, kalbi ve ruhu olan etten kemikten gerçek insanlar beni daha çok cezbediyor. Birini yapay bir şekilde daha uzun, daha ince ya da daha güzel göstermekle hiçbir zaman ilgilenmedim. #text>
#text>
#text>ELLE: Kameranızın karşısına geçen insanlar sizin için bir nesne mi, yoksa onlarla iletişim kuruyor musunuz? #text>
#text>J.T.: Her ikisi de. Çalışırken her seferinde farklı süreçler yaşıyoruz, çünkü her işin kendi özel karakteri oluyor. Bazen karşımdaki insanla çekim yapmadan önce uzun uzun konuşmam gerekiyor, bazen de böyle bir girizgah yapmaya gerek kalmıyor bu tamamen kiminle çalıştığıma bağlı, ama fotoğraflarını çektiğim insanlarla her zaman iletişim kuruyorum. Çok zaman fotoğraflar çekildikten sonra da sohbet etmeye devam ediyoruz. #text>
#text>
#text>ELLE: Dakota Fanning ve Charlotte Rampling gibi birbirine hiç benzemeyen karakterleri nasıl aynı tarzda görüntülüyorsunuz? #text>
#text>J.T.: Onları ‘bana ait’ kılıyorum. Onları işgal edip, ele geçiriyorum. Tabii ki karşılıklı gönüllü bir işbirliği ve rıza söz konusu. Benim onlarla ilgili vizyonum da çok önemli ve belirleyici oluyor. Sadece ünlülerle ve Charlotte Rampling’le değil, genç insanlarla, çocuklarımla ve büyükannemle de ilgileniyorum. Sadece güzel sarışınlarla ilgilenmeyi banal buluyorum, benim tarzım çok direkt. ~ #text>
#text> ELLE: Bazen de biraz acımasız... #text>
#text>J.T.: Evet. Hatta zaman zaman biraz vahşi ve yabani. #text>
#text>
ELLE: Çektiğiniz fotoğraflarla - öyle olmadığı halde - fotoğraf çekmeyi çok kolay bir şey gibi gösteriyorsunuz? #text>
#text>J.T.: Fotoğrafa pek çok insanın bakmadığı gibi bakıyor ve farklı bir biçimde ele alıyorum. Bunun fotoğraf gözüyle de pek ilgisi yok, daha çok dünyayı nasıl gördüğümle bağlantılı. Hayattaki genel tavrımla ilişkili daha karmaşık bir durum. Bunun içine düşünme şeklim, nasıl hissettiğim, fotoğraflarımda ne söylemek istediğim ve dünyaya ne katmak istediğim gibi şeyleri dahil edebilirim. #text>
#text>
#text>ELLE: Peki dünyayı nasıl görüyorsunuz? #text>
#text>J.T.: Güzel görüyorum. Karmaşık bir dünyada yaşadığımızı düşünüyorum ve her şeyi görmek istiyorum. Banal, karmaşık, aptalca, kitsch, elegan, güzel, basit... #text>
#text>
#text>ELLE: Sanat fotoğraflarınızla moda fotoğraflarınız arasında kesin bir ayrım var mı? #text>
#text>J.T.: Elbette tamamen kendime ait projelerim daha farklı. Ancak moda fotoğraflarını da çok ciddiye alıyorum ve kendime özgü tavrımı katıyorum. Moda aynı zamanda hem aptalca hem de çok güzel ve elegan olabilen bir şey. Moda fotoğrafı çekerken sınırları zorlayıp eleştirel olmaya çalışıyorum, bir yandan da bir peri masalı anlatıyorum. Bu deneyimi zevkli ve eğlenceli bir oyun gibi ele almaktan yanayım. Sette modeller ve kıyafetlerle bir tür tiyatro sahneliyoruz. Moda endüstrisinin kendisinden de ilham alıyorum. #text>
#text>
ELLE: İşlerinizle pek çok yerleşik kuralı yerle bir etseniz de moda endüstrisinin belli talepleri var, sonuçta bir ürün satıyorlar. İşlerinizle nasıl bir denge kuruyorsunuz? #text>
#text>J.T.: Moda fotoğrafı çektiğimde müşterilerin ihtiyaçlarını karşılamak benim sorumluluğum. Kendi bakışımı yansıtırken bunu her zaman göz önünde bulunduruyorum. Bildiğiniz gibi bundan 11 yıl önce Marc Jacobs ile birlikte moda dünyasında daha önce görülmemiş türden bir görsel dünya yarattık. Marc Jacobs’un kıyafetlerini üzerlerinde görmek istediği türden insanların fotoğraflarını çekerek işe başladık. Fotoğrafını çektiğimiz Sofia Coppola ve Kim Gordon (Sonic Youth grubunun solisti) gibi insanlar da bize önemli ölçüde esin kaynağı oldu. Birebir ‘bu ürünü satın alın’ demek yerine belli bir hayat tarzı ve tavrı gösterdik. ~ #text>
#text>ELLE: Moda fotoğrafçılığını ‘bir tür sanat’ düzeyine taşıdığınız fikrine katılır mısınız? #text>
#text>J.T.: Eh, madem böyle söylüyorsunuz, evet. Bu işi çok ciddiye aldım ve başka platformlara taşımaya çalıştım. Marc Jacobs ile yıllardır sürdürdüğümüz kampanyaları bir kitaba dönüştürmek üzereyim, muhtemelen bunu bir sergiye de taşıyacağım. Modern toplumda modanın inanılmaz bir etkisi var, ayrıca sanat artık sadece müzelerin duvarlarına asılan az sayıda insanın gördüğü bir şey olmaktan çıktı. ilgilendiği alanlar da ulaştığı insanlar da değişiyor. Benim moda fotoğraflarıma bakanların bir kısmı Marc Jacobs’ın tasarımlarının güzelliğiyle ilgilenirken, bir kısmı da imajların gücünden etkilenebilir. Bu durumu çok modern ve heyecan verici buluyorum. #text>
#text>
#text>ELLE: Şöhret kültürüyle hafiften dalgasını geçen mizah anlayışınız dikkat çekici fakat şimdi siz de kendi tarzınızda bir şöhretsiniz. Popüler kültür dünyasındaki konumunuzu nasıl yorumluyorsunuz? #text>
#text>J.T.: Bu konu hakkında çok fazla düşündüğümü söyleyemem. Daha çok işlerim üzerine yoğunla?mayı tercih ediyorum. #text>
#text>
#text>ELLE: Ama bu durum çalışmalarınızı etkilemiyor mu? #text>
#text>J.T.: Haklısınız, etkiliyor. Beni biraz aptallaştırıyor ve bunun da belli bir gücü var aslında. İnsanlar sizinle ilgili belli şeylere inanıyor, bunu kullanıyorsunuz. Önünüzde bazı kapılar açılıyor ve çalışmanızı kolaylaştırıyor. #text>
#text>
#text>ELLE: Kaç tane asistanınız var? #text>
#text>J.T.: Sadece bir tane. Tabii ki stilistler, saç tasarımcılarından ve makyözlerden oluşan bir ekiple çalışıyorum. Ancak benim fotoğraflarım aşırı derecede basit olduğu için tek bir asistanla çalışmak bana yetiyor. Zaten sadece bir makine ve kafa şaşıyla çekim yapıyorum. Kullandığım ekipman epeyce basit, öyle karmaşık aptal ışık sistemleri kurmakla da uğraşmıyorum, onun yerine fotoğrafladığım insanlarla konuşuyor oluyorum. ~ #text>
#text>ELLE: İstanbul’daki serginiz hakkında neler söyleyeceksiniz? #text>
#text>J.T.: Galerist’in sahibi Murat (Pilevneli) benim gibi Nürnberg’de doğmuş büyümüş. Onun durumundaki bir Türk’ün kendisini benim son derece Alman işlerimle özdeşleştirmesi gururumu okşadı. Burada sergi açmak için çağırdığında da çok heyecanlandım. Bu arada Nürnberg inanılmaz sıkıcı bir yer olsa da orayla bir şekilde ilişkim var. Çocukluk hatıralarım Nürnberg’e ait ve büyükannem hala orada yaşıyor. #text>
#text>
ELLE: Gördüğüm kadarıyla burada bir pop star gibi karşılandınız. Böyle bir ilgi bekliyor muydunuz? #text>
J.T.: Doğrusunu isterseniz hayır. Aslında herhangi bir beklentim yoktu ama bir moda histerisiyle ve bilgisiyle karşılaşmak beni şaşırttı. #text>
#text>
#text>ELLE: Dünyanın her yerine seyahat ediyorsunuz. Londra’dan başka nerede yaşamak isterdiniz? #text>
#text>J.T.: Bilmem. Londra’da yaşamaktan memnunum. Bir süre Roma’da yaşamak da hiç fena olmazdı. #text>
#text>
#text>ELLE: Lola ve Ed isminde iki küçük çocuğunuz var. Baba olmak hayatınızı ve işlerinizi nasıl etkiledi? #text>
#text>J.T.: Çok şeyi değiştirdi. Olumlu anlamda tabii. Beni ayakları yere sağlam basan, daha sorumluluk sahibi bir insan haline getirdi. Çocuk sahibi olmak çok önemli ve güzel bir şey, normal bir hayat sürdürmenize yardımcı oluyor. Ayrıca eskisi kadar vaktiniz olmadığı için daha hızlı ve verimli bir şekilde çalışmanızı da sağlıyor. İnsan daha gençken işleri ertesi güne erteleyebiliyor ama artık böyle bir lüksüm yok. Şu an benim için en büyük lüks zaman. Tabii bir de istediğiniz zaman istediğiniz işi yapmak ve canınız istemediğinde de ara vermek. #text>
#text>
#text>ELLE: Fotoğraflarınızda erotizmi nasıl kullanıyorsunuz? #text>
#text>J.T.: Banal ve yüzeysel bir şekilde değil. Belli bir bağlam içinde olmasını ve anlam ifade etmesini istiyorum. Benim fotoğraflarımda çerçevede gördüğünüz her şeyin orada bulunmasının bir sebebi vardır. Seksüel bir durumdan çok romantik ve cool bir hissi ifade ediyorum. Mesela Marc Jacobs kampanyası için çektiğim gay çiftin, Dick Page ve kocasının fotoğrafını son derece romantik buluyorum... #text>
SON HABERLER