Hayallerini, mücevherleri ile gerçeğe dönüştüren, her bir tasarımı birer sanat eseri olan ve dünyanın en iyi tasarımcılarına verilen Couture Design Award’ı birçok defa alan dünyaca ünlü mücevher ustası Sevan Bıçakçı ile bir araya geldik.
Nuruosmaniye’de yer alan atölyesinde Sevan Bıçakçı'nın dünyasını keşfederken, İstanbul’dan, doğadan ve tarihten ilham aldığı, adeta rüyadan fırlamış gibi görünen tasarımlarını yakından inceledim. Birçok sanat formunu bir mücevhere sığdıran Bıçakçı’nın her biri eşsiz olan parçalarının detaylarını anlamak için epey bir vakit gerektiğini söylemeliyim. Öylesine ince işçilik, öylesine hikayeler...
“İstanbul’u Mücevhere Sığdıran Usta” Sevan Bıçakçı’yı kısaca tanıyabilir miyiz? Kendi masalınızı bize anlatabilir misiniz?
Samatya'da doğup büyüdüm, Yedikule Surları hemen yanı başımda duruyordu. Dolayısıyla İstanbul ve hatta 70’lerin İstanbul’u karakterime şekil verdi. Kısacası İstanbul'un içinde, geçmişin izlerini hissederek büyüdüm. Komşularım ise Müslüman, Ermeni ve Rum kökenliydi. Bu da bana bilinçli veya bilinçsizce farklı perspektifler sundu, çok kültürlü bir bakış açısı kazandım. En önemlisi, farklı kültürlerin bir araya gelerek kaynaşabileceğini ve dönüşebileceğini ve bunun gerçek zenginlik olduğunu yaşayarak öğrendim. Bugün Sevan Bıçakçı atölyesinin alameti farikası olan, taş içi heykeller, minyatür resimler, mozaik işleri ise oldukça meşakkatli bir sürecin, bolca deneme-yanılmanın sonunda ortaya çıktı. Yaptım, bozdum ve bir daha denedim. Bu teknikleri ve özellikle taş içi heykelleri denemeye iten tabii ki İstanbul’un kurdurduğu hayaller olmuştur. Ve biliyorum, İstanbul’u mücevhere sığdırmak imkânsız ama bu çabanın kendisi bile heyecan verici. Bu heyecanı karşı tarafa bir nebze bile olsa aktarabiliyorsam, ne mutlu bana…
Sevan Bıçakçı’nın ilham kaynakları neler?
İlhamın çıkış noktası, doğup büyüdüğüm yer olan Samatya ve orada çocukken kurduğum hayaller... Oranın kendine has atmosferi, bir nevi İstanbul’da üst üste binen veya bir mozaik gibi kendini gösteren farklı kültürlerin küçük bir aynası gibiydi. Dolayısıyla benim için İstanbul ve bu şehrin doğasındaki unsurlar her zaman çıkış noktası oldu; yeni hayalleri tetikledi. Zamanla tabiatın farklı güzellikleri, Türkiye ve dünya kültüründen öğeler de tasarımlarımda kendine yer buldu.
“
“Ve biliyorum, İstanbul’u mücevhere sığdırmak imkânsız ama bu çabanın kendisi bile heyecan verici.”
Hayatınıza yön veren & ilham aldığınız kişiler var mı?
Epey yaramazdım ve eğitim hayatımın iyi olmayacağı belli gibiydi. Babam da zanaat öğrenmem için beni bir ustanın yanına çırak olarak vermeye karar verdi. Zaten üçüncü sınıfta çalışmaya başlamıştım. Kısa bir süre Ohannes Usta ile çalıştım. Sonra hayatıma yön veren ve ustam olan Hovsep Çatak’ın yanına geçtim. Böylece Kapalıçarşı hikayem de başlamış oldu. İlk defa tezgâh başına oturana kadar yıllarca Hovsep Usta’nın her hareketini izledim. Bana karşı çok sabırlıydı; yaramaz ve neredeyse hiperaktif olmama rağmen benden vazgeçmedi. Bana nasıl iyi insan olunacağını gösterdi. Yetenekli ustalarla çalıştım ama Hovsep Usta benim için çok özeldi. Son olarak yeni kaybettiğimiz Rupen Ustam da benim için çok değerlidir, toprağı bol olsun. Son olarak eklemem gerek; benim hikayemde babamın ve annemin de çok özel bir rolü var.
Şu ana kadar tasarladığınız mücevherlerin hepsinin eşsiz olduğunu biliyorum. Adeta bir sanat eseri olan bir mücevherlerinizin yaratım sürecini bize anlatır mısınız? Ne kadar sürede tamamlanıyor?
Atölyemizde birinci adım tasarımdır; eldeki materyaller ikinci adımda devreye girer. Ancak bazen çok nadir bir taş çıkar, bütün tasarıma kendi karakteriyle yön verebilir. Bunu, zümrüt veya tanzanit gibi üzerinde çalışması riskli taşlarda yaşayabiliyoruz. Ancak ne olursa olsun tasarımlara sahip olan kişinin rahat etmesi bizim için bir öncelik; keza dayanıklılık da öyle. Eğer yeni bir tema üzerinde çalışıyorsak, istediği kadar güzel olsun, kullanım esnasında güven vermiyorsa veya kullanıcı rahat değilse atölyeden çıkamaz. Dolayısıyla, olgunlaştırmadan bir tasarımı müşteriyle buluşturmuyoruz. Ancak her bir ürün tekil ve benzersiz olduğu için tabii ki zaman zaman karşımıza yeni senaryolar çıkabiliyor. Süreye gelince, taş içi heykel gibi klasik tekniklerimizi barındıran tasarımlarımızın bitiş süresi 3 ayı bulabiliyor.
Sevan Bıçakçı mücevherlerini kullanan isimler kimler? Sizin “Şu kişinin üzerinde görmek isterdim” dediğiniz biri var mı?
Bireysel olarak bazı koleksiyonerlerimizi yakından tanıyorum ve bizim atölyemizi tercih ettikleri için kendilerine müteşekkirim. Ama benim için asıl önemli olan, koleksiyonerlerimizin parçalarıyla kurdukları bağ. Hem benim hem de mağazadaki danışmanlarımızın altını çizdiği en önemli husus şu; atölyemizden çıkan bir tasarımı ellerine aldıklarında, mutlaka o mücevherin müstakbel sahibine bir şeyler fısıldaması gerekir. Karşılığında koleksiyonerin de tasarıma dair bir heyecan duymasını ve o parçanın hayatına neşe katacağından emin olmasını arzularız. Dolayısıyla bu bağı hissetmeleri çok önemli. Ürettiğimiz her tasarımın özel bir ruh eşi, kullanıcısı olacağını hayal ediyoruz. Mücevherlerimizi kullanan isimlere gelince, tabii ki bana mutluluk veren isimler oldu. Ancak şunu da eklemem gerekir; bizim atölyemizden çıkan tasarımları takan tanınmış şahsiyetlerinin tamamı, kendi tercihleriyle mücevherlerimizi tercih etti, satın aldı ve koleksiyoner oldu. Bu ayrıca bir gurur vesilesi. Anthony Hopkins, Transformers filminde benim kişisel yüzüğümü kullandı. Film bittikten sonra da uzunca bir süre parmağından çıkarmadı. Bunun gibi birçok hikâye, aynı zamanda bir takdir göstergesi olduğu için gerçekten değerli. Koleksiyonerlerimiz tasarımlarımızla kendilerini özdeşleştikleri ve bir bağ kurdukları sürece mutlu oluyorum. İsimlerin önemi yok. İşi özü bu…
“
“Ürettiğimiz her tasarımın özel bir ruh eşi olacağını hayal ediyoruz.”
Taşların frekansları olduğunu söylüyorsunuz. Birkaç örnek verebilir misiniz? Sizin frekansınıza en uygun olan ve çalışmayı sevdiğiniz taş hangisi?
Aslına bakarsan bir tasarıma neyi yakıştırıyorsam o taşı kullanırım. Doğal olması ve ayıplı olmaması yeterli. Kemikten nadir taşlara kadar her şeyi kullanırım. Zaten bu kimliğimi bilen taşçılar ve malzemeciler de beni her zaman bulur. Tasarımlarda kullanabileceğim materyalleri sürekli biriktiriyorum. Arşivimde bulunan malzemeleri ise ilk defa tasarladığım deneysel objelerde kullanıyorum. Bu bazen bir kalem bazen de bir saat olabiliyor. Ve evet taşların frekansları var ama benim altını çizmek istediğimiz unsur şu; atölyeden çıkan her bir tasarım, bitmiş haliyle bambaşka bir ruhu ve karakteri üstüne alıyor. Bu karakterin kurucu unsuru hiç kuşkusuz, merkezde kullandığımız taş oluyor.
Sevan Bıçakçı'nın atölyesinde geçirdiğim zaman, mücevher dünyasının ne kadar büyük bir sanat olduğunu bir kez daha anlamama sebep oldu. Her bir parça, titiz bir emek ve derin bir düşünceyle şekillendirilmiş; adeta birer tarih, doğa ve sanat eseriyle dolu… Bıçakçı'nın hayalleri, elindeki mücevherler aracılığıyla gerçeğe dönüşüyor ve her biri, ayrı hikaye ve yeni bir keşif ile büyülü bir dünyanın kapılarını aralıyor.
Sevan Bıçakçı'nın mücevherleri sadece taşınabilir sanat eserleri değil, aynı zamanda birer zaman kapsülüdür. İçlerinde İstanbul'un derin tarihini, doğanın benzersiz güzelliğini ve sanatın sonsuz ilhamını barındırıyor. Sevan Bıçakçı'nın bu büyülü dünyasında kaybolmak, gerçekten unutulmaz bir deneyimdi.