Moda ile film dünyasının iç içe olduğu aşikar. İkisi de birbirinden beslenen estetik çalışmalar. Moda filmi denilince genellikle ya moda dünyasından hikayeler anlatan kurgu filmler, ya moda karakterlerini anlatan biyografiler ya da moda dünyasının perde arkasını (ve perde arkasının görüldüğü kadar göz alıcı olamayabileceğini) gösteren belgeseller görüyoruz. Moda dünyasıyla ilgilenen biri olarak bu dünyadan şöyle veya böyle bahseden her türlü yapım bende merak uyandırıyor. Bu liste daha da uzayabilir; hem moda dünyasının gerçeklerini gösteren hem de yaratıcılıklarıyla içinizi ilhamla dolduracak bu yapımları izlemediyseniz listenize eklemenizi öneriyorum.
The Bitter Tears of Petra von Kant, 1972
Rainer Werner Fassbinder’ın zamanının ötesinde çektiği bu teatral gerilim film, moda tasarımcısı Petra von Kant’ın, model olmak isteyen genç Karin’e aşık olmasıyla gelişen, yavaş akan ama ustaca işlenmiş hikayesini anlatıyor. Olayların etrafında görülen göz alıcı kıyafetler de izleyiciye ufak bir motivasyon hediyesi niteliğinde.
Phantom Thread, 2017
Oyuncuların favori oyuncusu Daniel Day-Lewis, bu filmde hem başrol oynuyor hem yazıyor hem de yönetiyor. Bütün yeteneklerini aktardığı ve onu son kez beyaz perdede gördüğümüz bu ikonik film, 1950’lerde Londra’da yaşayan bir moda tasarımcısının basit bir garson kıza aşık olmasıyla gelişen olayları tutkular, hırslar, travmalarla harmanlayıp müthiş bir dille seyirciye sunuyor.
Martin Margiela: In His Own Words, 2019
Anonim olmaya verdiği önemi vurgulayan, kendini hiç göstermemesiyle yarattığı gizemle hayranlarına merak uyandıran tasarımcı Martin Margiela, kesinlikle zamanının en farklı ve öncü tasarımcılarından biri. Son yıllarda John Galliano ile adını tekrardan en popülerler arasına çıkaran Maison Margiela’nın, kurusucu ve ana kreatif direktörünün hiçbir yerde olmayan görüntülerini burada seyredebilirsiniz.
Bill Cunningham: New York, 2010
New York moda dünyası için eşsiz bir yere sahip fotoğrafçı Bill Cunningham, senelerini üzerinde mavi ceketi ve bisikletiyle New York sokaklarını dolaşıp şehrin en tarz insanlarını fotoğraflamaya adamış biri. New York moda camiasında herkesin tanıdığı, ve Anna Wintour’un bile fotoğrafını çekmesini istediği bu karakterin samimi hikayesi bence bir ilham kaynağı.
Cristobal Balenciaga, 2024
Bir röportaj yoluyla geçmişe dönüyor ve Cristóbal Balenciaga’nın Paris’teki mücadelesini izliyoruz. İspanya’daki iç savaş sebebiyle Paris’e yerleşen ve orada moda dünyasının devleri arasında kendisine yer yaratmaya çalışan Balenciaga’nın zanaate ve terziliğe verdiği önem kendisine hayran bırakıyor. Bir yandan başarıya ulaşma gayreti, bir yandan gizli yaşamaya çalıştığı kişisel hayatı ve yaşadığı dönüm noktaları emeklilik günlerinde bile peşini bırakmıyor.
McQueen, 2018
Benzersiz Alexander Lee McQueen’in cesur, cüretkar ve eşsiz hayatına yakından bakma fırsatı buluyoruz. Yarattığı performatif podyum şovları ve benzersiz tasarımlarıyla zamanının öncüsü olarak kabul edilen Lee’nin inişli çıkışlı hayatını hayranlıkla izlememek mümkün değil.
The Devil Wears Prada, 2006
The Devil Wears Prada filmini izlemeyen yoktur diye düşünüyorum. Meryl Streep’in canlandırdığı acımasız moda editörü ve New York’un merkezinde yer alan Runway dergisi, genellikle Anna Wintour ve Vogue ile bağdaştırılıyor. Anne Hathaway’in yazar olmak isteyen ve ancak bir moda dergisinde iş bulabildiği için tesadüfen en önemli moda dergilerinden birinde işe başlayan bir genci canlandırdığı bu film, sonrasında gelişen olaylar ile beraber, her genci bir noktada bu dünyaya hem özendirmiş hem de soğutmuştur diye düşünüyorum. Yine de vazgeçilmezler arasında.
Diana Vreeland: The Eye Has To Travel, 2011
Bu belgesel Fransız asıllı moda editörü Diana Vreeland’i merkezine alıyor. Zamanının it-girl’ü olan Diana, ne bir tasarımcı ne de bir modeldi. Kendisi zamanının nadir moda editörlerinden biriydi. Özellikle göz önünde yaşamı ve Vogue’un yazı editörü olmasıyla adını New York moda dünyasına altın harflerle yazdıran Diana’nın pek bilinmeyen hikayesi ilham verici.
Notebook on Cities and Clothes, 1989
Ünlü yönetmen Wim Wenders, öncü Japon tasarımcılardan Yohji Yamamoto ile konuşuyor, ve dijital çağda şehir, kimlik, sinema gibi konuları irdeleyerek tasarımcının artistik sürecinin derinlerine iniyor.
Blow Up, 1966
Bu ikonik film, bohem hayat süren bir moda fotoğrafçısının, bir cinayete tanık olduğunu düşünmesi ve bu gizemi çözmeye çalışmasını anlatıyor. Londra’daki stüdyosunda yaptığı çekimler, dönemin fotoğraf çekimlerinin işleyişi hakkında ufak ipuçları veriyor, tabii Jane Birkin ve Gillian Hills’in stüdyoya fotoğraf çekilmek istedikleri için geldikleri sahne dışında… Filmin sonuna doğru The Yardbirds konserinden bir sahne görmek ise müthiş bir sürpriz.
The Super Models, 2023
80’lerden itibaren modellik dünyasında kendilerinden bir star yaratan ve kuralların baştan yazılmasını sağlayan dört büyük süper modelin kariyer hikayelerini bir de onlardan dinliyoruz. Naomi Campbell, Cindy Crawford, Linda Evangelista, ve Christy Turlington modellik dünyasına kadının da bir sesi olduğunu kabul ettiriyorlar, bugün hala modelliğe adım atanlara örnek oluşturuyorlar.
Funny Face, 1957
Audrey Hepburn’ün bir kitapçıda çalışırken bir moda fotoğrafçısı tarafından keşfedilmesi ile Paris’e model olmaya uzanan yolculuğunu anlatan bu film bir klasik. Özellikle Audrey Hepburn’ün Paris’de giydiği bütün kıyafetlerin Givenchy olması da meraklıları için arşiv koleksiyon görselleri sunuyor.
Who Are You, Polly Maggoo?, 1966
Funny Girl’deki Audrey Hepburn’un karakteri gibi bu filmde de New York’lu 20 yaşındaki Polly’nin Paris’de modellik yaptığını görüyoruz. Modellik yolculuğu bambaşka rotalara sapan Polly’nin hikayesi tam bir absürt komedi. William Klein bu filminde moda dünyasını, medyanın gerçek yüzünü, kişiliğini koruma çabasını eğlenceli bir dille seyirciye aktarıyor.
Becoming Karl Lagerfeld, 2024
Daniel Brühl’ün hayat verdiği Karl Lagerfeld, 40’larına yaklaşmış bir moda tasarımcısıdır. Chloe için çalışan, ama asıl hayali couture tasarım olan, ve hala kendisini ispat etmesi gereken Lagerfeld’in, Jacques de Bascher (Saint Laurent filminden de tanıyacağınız) ile arkadaşlığıyla beraber kariyerinin de nasıl yön değiştirdiğini görüyoruz. Ailenin, geçmişin, kişisel hırsların, tutkunun peşini bırakmadığı bir dünyada uzun bir savaş veriyor ve istediğini elde ediyor.
Iris, 2014
Moda, ilham bulmak için işin profesyonellerine dönmenize gerek olmayan bir alan. En çok ilham alabileceğiniz yerler sokaklar, ve sıradan insanlar. Iris Apfel de bunun olağanüstü bir örneği. Giyinmenin ne kadar özgür ve özgürleştirici olduğunu, giyinirken seçtiğimiz parçaların markasından çok hikayesinin ve kendi beğeninizin bir anlamı olduğunu, farklı bir göze sahip olmanın ve özgün olmanın ne kadar önemli olduğunu, ve hepsinden öte giyinmenin ne kadar eğlenceli olduğunu her yaşta bize hatırlatmaktan vazgeçmeyen bir diva kendisi. Şahsen çok ilham verici bulduğum bu belgeseli herkese öneriyorum.
Dries, 2017
Bu belgesel ünlü tasarımcı Dries Van Noten’ı bir sene boyunca takip ediyor ve tasarımcının yaratım sürecini, 25 seneyi aşkın özgün tuttuğu markasını, evini, çiçeklerle olan ilişkisini, ilhamlarını, kısacası bütün bir koleksiyon yaratım sürecini baştan sona gözler önüne seriyor.
Halston, 2021
Daniel Minahan yönetmenliğindeki bu mini dizi Halston’un kendini ve markasını yaratma sürecini, ünlü simalarla arkadaşlıklarını, 70’lerin New York’daki parti hayatını, ve bununla beraber hem kişisel hayatında hem iş hayatındaki çöküşü ve AIDS olduğunu öğrenmesiyle yalnız bir sona doğru olan yolculuğunu anlatıyor. Ewan McGregor’ın müthiş oyunculuğuyla oynadığı karakterden gözlerinizi alamıyorsunuz.
High&Low: John Galliano, 2023
90’larda ve 2000’lerde herkes tarafından bilinen İngiliz moda tasarımcısı John Galliano’nun, 2011 yılında yaşadığı bir olaydan sonra düşüşü ve tekrar toparlanma çabasını izliyoruz. Kendisiyle yapılan bir röportajla bize hem geçmişi, hem bu noktaya nasıl geldiğini ve bundan sonra hayatta nasıl ilerlemek istediğini anlatıyor. John Galliano affedilmeli mi yoksa affedilmemeli mi sorusunun cevabını bir de siz verin.
The First Monday in May, 2016
The Metropolitan Museum of Art’ın Kostüm Enstitüsü’nün küratörü Andrew Bolton’un düzenlediği MET Gala, her sene başka bir sergi teması ile sosyeteye görkemli bir balo sunuyor. 2016 senesinde düzenledikleri tema, Çin ilhamlı batı modası, hazırlık aşamasında ekibi çok zorlamış. Özellikle kültür, etik, politik doğruculuk gibi temalarda kendini doğru ifade etmesi gereken serginin gerçekleştirilme sürecinde olanları adeta bir gerilim filmi tadında izliyor, ve moda dünyasının o kadar da parlak bir yer olmadığına ikna oluyorsunuz.
Saint Laurent, 2014
Bertrand Bonello’nun yönettiği,1967-1976 arasında geçen film Yves Saint Laurent’ın parlak yaratıcı dehasını ve karanlık kişisel hayatını anlatıyor. Lagerfeld dizisinde gördüğümüz erkek arkadaş karakterini burada da hikayenin öbür tarafında görüyoruz.
Made in Milan, 1990
Moda üzerine çekilmiş 27 dakikalık bu kısa filmin yönetmeni hiç beklemediğiniz biri: Martin Scorsese. Scorsese’nin kısa da olsa moda üzerine bir filmi mi varmış diye şaşıranları buraya alalım. Wim Wenders’den tam bir sene sonra, 1990 yılında Milano şehrini merkezine alan bu kısa film, Giorgio Armani’nin hazırlanma sürecini, moda anlayışını, aile bağlarını, ve şehri usta yönetmenin gözünden gösteriyor.
Prêt-à-Porter, 1994
Robert Altman’ın yönettiği bu film, seyirciye hem Paris moda haftasının perde arkasını hem de bir cinayet bulmacasını aynı anda anlatıyor. Bu filmde biraz eğlence biraz heyecan bir arada.
Siz bu listeye hangi film/diziyi eklerdiniz?