Yazı: Zeynep Üner
Farah Zeynep Abdullah’ı Kazdağları’nda çekime davet ederken aklımızda pek çok fikir vardı fakat ormanlara bir masal kahramanı kadar çok yakışacağını beklemediğimi itiraf ediyorum. Masumlar Apartmanı’nın İnci’si meğer bir orman perisine de dönüşebiliyormuş. İşin sırrı mavi saçında mı, onu da sordum…
Kazdağları’nda, Adatepe köyünde, doğanın ortasındayız. Doğanın ortasında derken abartmıyorum. Bu sayfalarda fotoğraflarda gördüğünüz göl, orman, tepeler ve zeytinliklerin hiçbirine araç girişi yok.
Farah Zeynep Abdullah kapak çekimini Kazdağları’nda yapmak istediğimizde aklımızda iki düşünce vardı. Masumlar Apartmanı ile daha ilk haftadan en çok izlenen dizi koltuğuna oturan yapımın yeteneklerinden birini, Farah’ı kapağa taşımak ve bu çekimle bir de mesaj vermek. Bir çeşit “dur!” mesajı. Doğanın dengesine, cevherlerine kimse dokunmasın, ağaçlara dokunulmasın, hayvanlara dokunulmasın, fikirlerimize dokunulmasın, kendimizle ne yaptığımıza dokunulmasın, çok sevdiğimiz geleneklerimize, değerlerimize dokunulmasın gibi bir dileğimiz vardı ve bunu kapağımıza taşımak istiyorduk… Tam da bu sebeple Kazdağları’nı seçtik. Kendimizi ifade etmek için, korumaya çalıştığımız, ülkenin en önemli oksijen kaynaklarından birinde gerçekleştirecektik çekimi.
Öncesinde her detayı çalışmıştık ancak asıl sürprizle çekim anında karşılaştık. Farah ve ormanın birbirine bu kadar çok yakışacağını beklemiyorduk. Farah gerçekten elf’e, bir orman cinine benziyor. Hem gözleri hem burnu yukarıya doğru çekik. Gülüşü peri gibi. Vücut hareketleri, kahkahaları da öyle. Ağaçların arasında koşmaktan aldığı zevk, suyun içinde yaptığı oyunlar bize özel bir Peter Pan performansı izlemek gibi geldi.
Bir yandan da gerçek bir maceranın içindeyiz. Dağ bayır yürüyoruz. Hiç kimsenin geçmediği, ulaşılması zor yerler arıyoruz. Yürümeyip arabayla gidelim dediğimiz yerde arabamız ya kayalıklara takılıyor ya çukura düşüyor (abarttığımı düşünmeyin). Haftada 160 dakikalık bir dizinin çekimlerinde başrolde yer alan Farah, her şeye uyumlu ve her konuda disiplinli. Bir gece önce geç saate kadar fitting yapıyoruz. Sabah erken saatte saç ve makyaja oturuyor. Her plan değiştiğinde, gerçekten “hiking” yaptığımız için saçı ve makyajı yenileniyor. Bu kadar uyumlu birini bulunca biz de gerçekten tüm şartları zorluyoruz.
Gece geç saatlerde sohbet etme fırsatı buluyoruz. Diziden, Masumlar Apartmanı’ndan başlıyoruz. Sahi Farah, uzun zamandır dizi ve film yapmıyordu… Bu arada epey de sağlık sorunlarıyla uğraştı. Bağırsak mantarı (ki çekenin bildiği, iyileştikten sonra bile bakteri kapmamak için çiğ fındık fıstığı bile fırınlayarak yemeniz gereken bir süreç), ayağına giren cam sebebiyle geçirdiği ameliyat gibi. “Ayağım neyse de bağırsak mantarıyla psikolojim de çok bozuldu o dönem” diyor. Önce fazlasıyla kilo kaybediyor, hem sağlıksız hem güvensiz hissediyor, toparlanmaya çalışıyor; ayağından geçirdiği operasyondan sonra da hareketsiz kalınca kilo alıyor.
“Kilo verince ah yazık kilo al, kilo alınca da bir beğenmemezlik. Tweet attım bu konuyla ilgili. O zaman daha çok fark ettim; herkes kendi Çok yazık, acayip bir baskı kuruluyor kadınların üzerine, sadece fiziği, görüntüsüyle ilgili. Oysa sağlıklı ve mutlu olmamız değil mi önemli olan?”
MASUMLAR APARTMANI’NA GİRİŞ
“Masumlar Apartmanı’nın bir iyileşme hikayesi olması beni çok etkiledi. Dizide kendimden çok şey buluyorum ve görüyorum ki izleyenler de buluyor. İnsanı çözümlemeye yönlendiriyor. ‘Acaba ben çocukluğumda ne yaşadım, karşımdaki bu insan ne yaşadı da bugün böyle davranıyor’ diye düşünmeye itiyor. İyileştirme ve aile hikayelerine daha çok ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Sadece aşkla ilgili değil. Çok insana dair ve psikolojik durumlar görüyoruz, en çok bunu seviyorum çünkü böyle işlere çok rastlamıyoruz. İnci’deki aile baskısına bak. Özgüveni yüksek, bohem, eğitimli, şehirli bir kız. Ama baskı sebebiyle gidip çok tanımadan biriyle evleniyor. Benzer hikayeleri olan tanıdıklarım bana anlatmaya başladı şimdi, ‘biliyor musun ben de böyle bir durumda kaldım’ diye…”
Diziyi ilk bölümünden beri izlediğim için Farah’ın anlattıklarının ortasında buluyorum kendimi. İnci’nin ve Han’ın hem kendi, hem ortak hikayelerinde o kadar çok arkadaşım, o kadar çok ben var ki… Sosyal baskılar ve aile travmalarıyla şekillenen kadınlığımızdan ve erkekliğimizden bahsediyorum… Peki diyorum Farah’a, İnci’nin başına gelen, senin başına geldi mi? Birine âşıksın ama bambaşka biri çıkıyor. Tedavi edeceğine mi inandırdın, yol yakınken kaçar kendini mi kurtarırdın? “Benim başıma bu denli bir şey gelmedi ama söylerdim ama artık bir de bunu çok yakından tecrübe etmiş biri olarak da söyleyebilirim ki insanın kendisinin iyileşmeye karar vermesi gerekiyor, ondan sonra etrafı da zaten ona göre şekil alıyor. Kimseyi iyileştiremezsiniz, en fazla yanında olup destek olabilirsiniz.”
Bİ DUR!
Farah, doğal ve prensipli bir genç kadın. Instagram hesabında, cümlelerinde filtre yok, sansür yok; cildinde, vücudunda estetik operasyon yok. “Gerçek olanı güzel buluyorum” diyor. Estetik müdahaleleri trendlere göre yapmayı özellikle bir oyuncu için çok riskli buluyor. “Bir de dikkat ettim mesela annemin de benim de en beğendiğimiz kadınlar ve oyuncular, doğal haliyle yaş alanlar” diyor. Dizilere, filmlere, reklamlara seçerek girişiyor, dozunda girişiyor. Örneğin hayvanlara deney yapan kozmetik markalarından gelen teklifleri kabul etmiyor. “Elimden o geliyorsa, onu yapayım diyorum. Ben de hepimiz gibi kendimi sorguluyorum ve bir laf vardır ya hani ‘hayır dediklerin kariyerini belirler’ diye; bu zamana kadar nerede durmam gerektiğini bildim diye düşünüyorum, umarım hep de bilirim. Doğal olayım, faydalı olayım. Olacaksam öyle örnek olayım, çünkü ister istemez örnek oluyorsunuz, ün bir güç. Örnek alacaklarsa, çalışsınlar, kendilerini sevsinler, ‘hayır’ları olsun, fayda sağlama hevesi taşısınlar… Kendiyle mutlu olan insandan daha çekicisi yok.”
Kapak konumuzdan aldığım gazla soruyorum, neye bir dur demek isterdi? “Öyle paradokslarla dolu bir hayat ki… Hadsizliğe dur demek isterim. Negatifliğe dur demek isterim. Plastik pipet tüketmeye dur demek isterim mesela, bir sürü alternatifi var... Çalışan olarak, işveren olarak, vatandaş olarak, öğrenci olarak haklarımızı bilelim ve hakkımız çiğnenmesin. Para kazanmak zaten zor ve maalesef hâlâ kadınlar erkekler kadar para kazanmıyor. Çok az kişi bunu konuşuyor. Herkes konuşsun ki değişsin. Jenerasyonun değişmesinden umudum var. Değişecek tüm bu konuştuklarımız. Hakkını arayan, soran, araştıran, boyun eğmeyen bir nesil geliyor. Şimdilik azlar ama çoğalacaklar…”
“MÜZIK YAPIYORUM”
Hayatında ve kalbinde çok önemli bir alanı müzik sarmış durumda. “Müzik yapacağım” diyor çok kararlı bir tonla. Hatta şarkılar yazıyor ve deli gibi çalışıyormuş bu konuda. “İngilizce olacaklar, orada yazıyordum en çok. Epeydir uğraşıyorum. Herkes benden tatlı şeyler bekler muhtemelen ama epey radikal klipler, şarkılar duyacaksınız.”
Saçındaki mavi boya diye araya giriyorum, acaba İnci rolü için mi, müzik için mi? “Yok” diyor, “o bir pandemi hatırası. O süreci arkadaşım Melis ile geçirdik. Bir gün çok sıkılıp boya sipariş etti. Fikir de ondan çıktı. ‘Ben olsam saçımdan bir bölümü alır örerim, orasını boyarım’ falan diyor. Maviyi de sevmem. Bana kalsa pembe yaparım. E hadi dedim ama fikri veren, boyayı getiren Melis yapmadı, ben yaptım… Ama sonra çok sevdim. Derken Masumlar Apartmanı başladı.
Yönetmeni Çağrı Vila Lostuvalı ile tanışmaya gittim, bir baktım onun da saçı böyle, mavili… İkiz gibiyiz, çantalarımız, kıyafetlerimiz falan da benziyor. Kalsın o zaman dedik. Ama İnci’ye de yakıştı. O kadar baskı altında, orada sesi çıkıyor sanki.”
İnci’nin bir özelliğini hatırlıyorum. Onu büyüten ve birlikte yaşadığı dedesine başkaldırmıyor, içinden isyan etse de sözünden çıkmıyor. Oysa, sevgilisi -hatta kocası- rolündeki Han’dan sözünü esirgemiyor ve onun boyunduruğu altına asla girmiyor. Farah bu anlamda ona benziyor mu? “Hayır ya ben susmam… Hoş 10 yıldır anneannemle yaşıyorum, o da benim yumuşak yanım olabilir.”
BİRAZ GEÇMİŞ, BİRAZ ŞİMDİ…
Öyle Bir Geçer Zaman ki ile Farah’ın hayatı değişiyor aslında. Tiyatro eğitimi almasına rağmen henüz geleceği ile ilgili karar vermeden, dizi tarihimizin en ikonik yapımlarından Öyle Bir Geçer Zaman ki’de rol alıyor ve artık resmen oyunculuk kariyeri başlıyor. “Oyuncu olmasaydım ya müzisyen ya da çevirmen olurdum” diyor. Çevirmen kısmını doğru okudunuz. Bu işi sevme sebebine bayıldım ve aslında Farah’la, şarkı yazmaya merakıyla da çok ilgisi olduğunu düşünüyorum. “Metinleri çevirmek hem size çok şey öğretiyor hem de sizin de bir katkınız oluyor” diye ekliyor. Sözlerle, metinlerle çok ilgili… İkimiz de o sırada Ezhel’in son şarkısını dinliyoruz, Allahından Bul…
Farah’ın farklı kökenlerinin (Babası Arap, annesi ise Boşnak kökenli. Farah Fransız ekolü eğitiminden geçmiş, üniversitede, İngiltere’de Fransızca ve tiyatro eğitimi almış) pek çok yansımasına şahit oldum ama en çok güldüğüm set ortamında yeme içme ve egzersiz yapma düzeninin nasıl devam ettiğini sorduğumda verdiği cevaptı. “Spor ister istemez aksıyor, badminton oynamayı çok özledim…” Kozmopolit kızımız, az önce Allahından Bul’u söylerken şimdi badminton’dan bahsediyor… Mevlana’dan alıntılar kullanıyor sıkça. Çabalamaktan asla vazgeçme ama bir şey olmuyorsa olmuyordur, bırak olmasın, gibi… Küçük şeylerle, doğayla mutlu olanlara hayran. Annesine mesela…
Çekim için yaklaşık iki gün geçirdiğimiz Kazdağları’nı nasıl bulduğunu soruyorum.
“Havası bile huzur veriyor insana. Gerçekten doğanın bir parçası olduğumuzu hatırlatıyor oradaki atmosfer. Çok sevdim Kazdağları’nı. Çoğu yerde telefonun çekmemesi bile insanı garip bir şekilde rahatlatıyor. Çekim bittiğinde orman zifiri karanlık olmuştu, uzun zamandır bu kadar karanlık görmemiştim, o kısacık zaman bile, kendini an’a bırakmak, şehir gürültüsünden uzakta olmak bana çok iyi geldi.” Ormanların içinde 12 saatten fazla devam eden bir çekimin ardından, gecenin bir yarısı sohbet ediyoruz. Benim gözlerim artık kapanıyor ama o cin gibi, hem de orman cini… Seni tanımak güzeldi Farah, içimde bir his seni tanıyan herkesin hayatına saçındaki mavi gibi, capcanlı, dikkat çekici, aykırı bir renk kattığını söylüyor…