Giydiği geniş kemerli siyah Alaia elbisesi, sivri topuklu ayakkabı, abartı kirpikleri, koyu renk kaşları ve yüzünü çerçeveleyen hafif dalgalı platin sarısı saçlarıyla büyüleyici görünen Lady Gaga “Kendimi bir bebek gibi hissediyorum” diyor. Görünüşü geçmiş dönemdeki İtalyan film yıldızlarını andırıyor. “Bebek” gibi derken, oyunculukta yolun başında olmasından bahsediyor, henüz planladıklarının küçük bir kısmını gerçekleştirdiğini kastediyor. Son 10 yılda başardıklarına bakılırsa buna itiraz etme hakkımız var.
Lady Gaga 2008’de çıkardığı ilk albümü The Fame ile bir anda dünya çapında bir pop fenomeni haline geldi. O günden bugüne beş stüdyo albümü, bir film müziği albümü ve 18 single çıkardı; Super Bowl’da sahneye çıktı, altı Grammy, iki Altın Küre kazandı. Başka ödüller de aldı (son dönemde bu liste hızla güncellendi), ünlü sanatçılarla birlikte çalıştı ve Tony Bennett’le birçok kez düet yaptı. İki yıl önce, hayatını anlatan “Gaga: Five Foot Two” isimli Netflix belgeselini çekerken büyük bir Hollywood projesinde de başrolü kaptı. Filmi hepiniz çoktan izlemiş olmalısınız, Gaga, Bradley Cooper’la birlikte rol aldığı A Star Is Born’da (daha önce Janet Gaynor, Judy Garland ve Barbra Streisand’ın canlandırdığı) Ally’yi oynadı.
Venedik Film Festivali’ndeki prömiyerde Lady Gaga gösterişli bir (pembe ve tüylü) Valentino elbise giymişti. Gösterimin yarısında salondaki ışıkların gitmesi gibi aksilikler yaşansa da film ve ekip sekiz dakika boyunca ayakta alkışlandı. Gaga, 2016’da Ryan Murphy’nin “American Horror Story: Hotel” dizisindeki rolüyle kazandığı Altın Küre ödülünü alırken teşekkür konuşmasında, şarkıcı olmaya karar vermeden önce oyuncu olmak istediğini söylemişti. A Star Is Born kendisine oyuncu olarak da takdir ve ödüller getirdiğine göre bir hayalini daha gerçekleştirmiş oldu. Şimdi sırada ne var, kendi de bilmiyor.
Sekiz atlık ahırı ve eğitim alanı, bowling salonu, tuzlu su havuzu ve Pasifik Okyanusu’na bakan panoramik bir manzaraya sahip (altı hektarlık arazi üzerinde bulunan evinin) Akdeniz stilinde dekore edilmiş mutfağında kendisiyle konuşurken bir süreliğine başka bir boyuta geçmiş gibi hissediyordum.Çok samimi, aynı zamanda tedbirli; cana yakın ama temkinli; tutkulu ama kontrollü biri gibi görünüyor. Evi çok konforlu. Orada bizimle birlikte asistanları, menajeri ve New York’tan ziyarete gelen annesi Cynthia dahil birçok kişi vardı. Evi beklediğimden çok daha geleneksel. Bu evin dokuz yıl önce bir ödül törenine etten elbise giyen Lady Gaga’dan çok Stefani Germanotta’ya (gerçek ismi bu) hitap ettiğini düşündüm. Fransız yapımı koltuklar, şöminenin yanında dev ekran televizyon... Duvarda (yetenek avcısı) sevgilisi Christian Carino’nun hediyesi Judy Garland’ın oynadığı A Star Is Born’un nostaljik film afişi asılı.
BİR OYUNCU DOĞDU
Lady Gaga bu defa bir film yıldızı olarak yeniden doğdu diyebiliriz. Kendisi bu manada gerçek bir ilham kaynağı. Filmde, onu görmeye alıştığımızdan çok farklı. Canlandırdığı Ally sade ve çok hassas. Aslında (Gaga’nın) bu yönlerine aşinayız. Saturday Night Live skeçlerinde, Joanne albümünde ve belgeselinde onun bu hallerini görmüştük.
Lady Gaga “Ally karakteri hayatımdan izler taşıyor ama tam olarak ben olmamasına çok dikkat ettim. Ortaya çıkan ikisinin bir karışımı” diyor. Bu arada, Gaga’yı dünya çapında star yapan, şöhretle başa çıkma konusundaki ustalığı da oldu. Azmetti, araştırdı, sorguladı ve sonunda bir albüm çıkardı. A Star Is Born büyük ölçüde benzer bir temayı işliyor. Gaga ve Ally’yi birbirinden ayıran noktaya gelince: Gaga sanatını sergilemeye karar verdiğinde hiçbir şeyin onu durdurmasına izin vermemişti. Katolik okulunda yetiştirilmiş Stefani Germanotta’nın yetenekli olduğunu zaten biliyordu. Ancak dünya çapında başarıyı yakalayacak olan Lady Gaga’ydı.
“Filmi ilk izlediğimde Ally’nin finalde çok mutsuz olduğunu düşünüp üzüldüm ama sonra, asıl başlarda öyle olduğunu fark ettim. Ally biraz karamsar bir kız. Müzisyen olma hayalinden tamamen vazgeçmiş” diyor.
Bradley Cooper’la yıllar önce Saturday Night Live’ın setinde tanışmış. Daha sonra 2016’da, Gaga’nın sahne aldığı bir hayır işi davetinin açılışında bir araya gelmişler. Lady Gaga o gece “La Vie en Rose” şarkısını söylediğinde (filmde de Ally’nin seslendirdiği ilk parça) Bradley menajerini arayıp kendisiyle tanışmak istediğini söylemiş. Bradley Cooper “Bana bir sonraki gün için randevu verdi, evine gittiğimde her şey netleşti” diyor. Gaga, “Hemen bağ kurduk. Ben ona makarna yaptım, doyurdum, sohbet ettik, kahkahalar attık... Daha sonra Bradley birlikte şarkı söylemek istedi. Midnight Special’ın notalarını çıkarıp piyanoda çalmaya başladım. O anda aşırı gergindim. Ben çalarken birlikte söylemeye başladık. Sesini duyduğumda piyano çalmayı kesip ‘Aman Tanrım Bradley, şarkı söyleyebiliyorsun’ dedim. Harika bir andı.”
Rolü kaptıktan sonra Cooper ve senaristler (Eric Roth ve Will Fetters) senaryo üzerinde çalışırken Gaga filmin müziklerini devralmış. Bradley Cooper “Şarkıları onun için yazdım. Ona çok fazla soru sordum, bana söylediklerini iyice anlamak istedim. Bu Ally’nin yaratılışını şekillendirdi” diyor. “Onun sihrine inancım tamdı. Ama bunu hissetmek başka, her gün çekimler sırasında buna bizzat tanık olmak bambaşka.”
Gaga tanınmayan bu şarkıcı adayını canlandırabilmek için oyuncu olarak hissettiği güvensizlikten yararlanmış. “Bir Meksika restoranında çektiğimiz ilk sahneyi hiç unutmayacağım. Bradley taco alıp masaya gelip oturdu. Sonra bana bir şey söyledi ama bu kesinlikle senaryoda yoktu. Ne yapacağımı bilemedim ve kendi repliğimi söyledim. O yine başka bir şey söyledi, ben senaryoda yazılanı söylememiz gerektiğini düşündüğüm için bir sonraki repliğimi söyledim. Senaryoya bağlı kalmaya kararlı olduğumu görünce ‘İyi misin?’ diye sordu ve ben ağlamaya başladım.” Böylece Gaga senaryodan çok hikâyeye odaklanması gerektiğini öğrenmiş. Sıra konser sahnelerine geldiğinde Gaga bunu denemiş. “Shallow şarkısını birlikte söylerken ‘daha şarkıcı olamadım’ diye düşünmedim. Tek yapmam gereken oraya çıkmaktı.”
Gaga 14 yaşındayken bir gün bir butikte alışveriş yaparken şarkı söylüyormuş (zaten alışveriş yaparken şarkı söylenir, öyle değil mi!), bir satış elemanı kendisine yaklaşıp ses koçu amcasının telefon numarasını vermeyi teklif etmiş. Don Lawrence onunla çalışmak için yoğun ajandasında kendisine yer açmış. “Hatırlıyorum da bir gün çalışmalara ara vermiş konuşuyorduk ve ben bu işi nasıl başaracağımı bilemediğimi söyledim” diyor. “Sektördeki yetkililerle buluşuyor, kapı kapı dolaşarak hazırladığım demo kayıtlarımı dinletmeye çalışıyorum...” Bana döndü ve şöyle dedi: “Bir odada 100 kişi vardır ve 99’u sana inanmaz. Tek bir kişinin sana inanması yeterli.”
A Star Is Born şöhretin bir bedeli olduğunun (hiç eskimeyen) hikâyesi aslında. Lady Gaga da sanatçı ve kadın olarak her şeyi en derinden yaşıyor. Onun da travmaları ve acı tecrübeleri var. Acı, şöhret yolundaki taşlardan sadece biri...
Belgeselinin en dokunaklı sahnelerinden birinde, Gaga, Super Bowl’da sahne almak için hazırlanıyor ama hiç keyfi yok. “Super Bowl için çok heyecanlıydım ama albümüm 10 milyon sattıktan sonra Matt’i (Williams, eski sevgilisi ve eski stilisti), 30 milyon satınca Luc’u (Carl, eski sevgilisi), belgeseli çektikten sonra da Taylor’ı (Kinney, eski nişanlısı) kaybettim. (Kaybettim derken, ayrıldıklarını anlatmaya çalışıyor.) Ve her seferinde altüst oldum, kalbim kırıldı” diyor.
Lady Gaga “Ben müzikte ve oyunculukta, geçmiş tecrübelerimden, aile dinamiğinden, ilişkilerimden, acıdan, mutluluktan, neşeden ve hız treni gibi inişli çıkışlı hayatımdan yola çıkıyorum. Tümünün kırılmış parçalardan oluşan güzel bir disko topuna dönüştüğünü görmek ilginç oluyor. A Star Is Born’da Jackson, (açılış sahnesinde) bir sürü ilaç aldıktan sonra içki içip sahneye fırlıyor ve son ana kadar seyirciyi coşturuyor. Sonra patlayan flaşlar arasında ilerleyip limuzine biniyor. Kapı kapandığında koca bir sessizlik... Ben de sanatçı olarak sık sık böyle hissediyorum. Sahnede, çığlık atan 20 bin kişinin karşısında şarkı söyleyip dans ediyorsun, gösteri bittiğinde ise etrafını sessizlik kaplıyor.”
Lady Gaga “Başarı ilişkileri sınayan bir şey” diye devam ediyor. “Aileleri de sınıyor. Arkadaşlarınla ilişkini de. Star olmanın böyle bir bedeli var.” Hemen sonra, “Ben kalbimde hissettiğim acı olmadan ne müzik yapabilirim ne de oyunculuk. Yani, acıyı dışarıya atmanın daha iyi bir yolu var mı? Öbür türlü hiçbir işe yaramıyor da.”
Yazı: Carina Chocano
Fotoğraflar: Ruth Hogben, Andrea Gelardin
Styling: Nicola Formichetti, Tom Eerebout, Sandra Amador
ELLE 2019, Şubat sayısından alınmıştır.