Aylardır konuşulan, her yerde afişlerini gördüğüm, sektörün perde arkası ve perde önü bütün büyük isimlerini bir araya getiren Alice Müzikali’nin prömiyerindeyim. Perde açıldığı andan itibaren orada olan herkesin büyülendiğine eminim. Biz İstanbul’da buna benzer bir Türk yapımı görmemiştik. İnanılmaz bir video mapping, dijital oyunlar, sahne dekoru, ışık düzeni. Anında havaya giriyoruz. Londra’da müzikal izler gibiyiz… Serenay Sarıkaya, müzikalde Alice’i canlandırıyor. Karakterin çok iyi bilinen mavi beyaz elbisesini, rugan mabetlerini bile iyi taşıyor, evet. Şarkı da söylüyor, evet. Dans da ediyor, evet. Bir ara üzerinde atlıkarınca kostümü taşıyor. “O şekli de mi güzel?” derseniz, evet.
Müzikal, hem yetenek avı hem yapım anlamında büyük bir yatırım. Yapımcısından afiş tasarımcısına, oyuncularından metin yazarına ve yönetmenine herkes alanının bir numarası. Örneğin ben oyundan çıkar çıkmaz dijital uygulamaları ve mapping’i kimin yaptığını araştırdım, buldum. En kısa zamanda kapılarını çalmak istiyorum…
Serenay Sarıkaya, ilk kez sahnede olmasına rağmen performansı çok beğenildi. Orkestra eşliğinde şarkı söylüyor, dans ediyor, havalarda uçuyor… Bana kalırsa bir kez daha kendini gerçekleştiriyor… 17 yaşından beri oyunculuk yapıyor, kariyerinin en başından beri çıtasını sürekli yükseltmesi bir yana, son yıllarda son derece cesur adımlar atıyor. Ana akımın as oyuncularından biri olarak bir internet dizisine ilk cüret edenlerden olduğu gibi, şimdi de müzikale girişiyor ve hakkını veriyor.
Müzikal, 1865’te Lewis Carroll tarafından yazılan ve bugüne kadar yaklaşık iki yüz dile çevrilen Alice in Wonderland romanından uyarlama. Roman büyüklere de çocuklara da hitap eden sıra dışı, felsefi bir metne ve kurguya sahip. Serdar Biliş yönetmenliğinde sahneye uyarlanan versiyonu da aynı öyle.Birkaç an var, gözümün önünden gitmiyorlar. Serenay’ın söylediği ilk şarkı, ilk söz: “İnsanlar olmuşlar birer ekran, kim bilir gerçekte nasıllar? Kendimi yalnız hissediyorsam, sebep biraz benim, biraz onlar…”
Çocukluğuyla düet yaparken kuş dili nakarata geçmeleri ve benim bir anda 30 sene öncesine ışınlanmam… (Şarkı Nil Karaibrahimgil imzalı.)Ve tavşan rolündeki Enis Arıkan’ın Alice’i havaya kaldıracak çelik ipi arkasına bağlaması ve Serenay’ın metrelerce havaya yükselmesi… O kadar kaptırıyorum ki, o an içime anneannem kaçıyor, elim kalbime gidiyor.
14 ŞUBAT PERŞEMBE
Bir aydır beklenen an; Serenay Sarıkaya ile buluşuyoruz. Müzikalin ve Serenay’ın heyecanıyla “Yaşasın Sahne” dediğimiz ve sahne sanatlarına adadığımız Mart sayısının kapak çekimini gerçekleştireceğiz. Beş aydır gece gündüz prova yapan, önceki gün Head&Shoulders reklamını çeken (evet, bu yıl da işbirlikleri devam ediyor), birkaç gün önce prömiyer yapan Serenay, tam vaktinde, yüzünde koca bir gülümsemeyle giriyor içeri. Sinema tarihinin meşhur repliğini burada kullanmam sanırım yanlış olmaz, zaten günlerden de 14 Şubat: “You had me at hello” yani “beni ilk bakışta tavladın”. Serenay Sarıkaya tam olarak böyle biri. Mutfak ekibinden moda asistanlarına, stajyerlerden set tasarı ekibine herkesle tek tek selamlaşıyor, azıcık tanıdıklarını bile öpüyor, kim ne anlatıyorsa ilgiyle dinliyor. Bu enerjisiyle bir yandan herkesi büyülüyor ve tüm kapıları açıyor.
Ona sorduğum ilk sorulardan biri bu oluyor, gücünün farkında mı? Kapak olduğu dergilerin satışının arttığının, onun yer aldığı post’ların like rekorları kırdığının, 14-24 yaş arası milyonlarca kızın ona benzemeyi hayal ettiğinin… Bir kısmına şaşırsa da gücünün farkında tabii. Diyor ki “Oyunculukla, popülariteyle geliyor bu güç ve ben elimden geldiğince bunu pozitife dönüştürmeye çalışıyorum. Bence en çok ihtiyacımız olan şey sevgi ve iyilik. Bunun bir temsilcisi olmaya çalışıyorum. Bu aynı zamanda benim hayata bakış açım. Olumsuz şeylerden beslenmiyorum. Negatif enerji ve söylem kimseye iyi gelmez, herkesi aşağı çeker. O yüzden ben ne kadar iyiyi, sevgiyi, iyi enerjiyi yayarsam etrafıma, o kadar iyiliğin geri döneceğine; olanaksız şeylerin bile imkanlı hale geleceğine inanıyorum. Ki imkansız denen şeylerin olduğunu, asla kırılmaz denen buzların bile çözüldüğünü gördüm ve deneyimledim.”
Çekim, oyunun ilk gösteriminden hemen sonra olduğu için sorularımı sıralıyorum: Nasıl geçti, heyecandan öldü mü, kimseyle göz göze geldi mi? “Hiç, asla gelmedim! İnşallah da gelmem, o kadar korktuğum bir şey ki… Oyunun ilk başında Enis giriş yapıyor, biz o sırada perdenin arkasında bekliyor oluyoruz. O sırada bize ters ışık vurduğu için herkesi görebiliyorum ve özellikle bakmamaya çalışıyorum. Çünkü bu beni çok heyecanlandırıyor. Ama sahnedeyken ışık sisteminden dolayı seyirci tarafı karanlıkta kalıyor, iyi de oluyor.”
Beş aylık çalışmaya rağmen aşırı heyecanlandığını anlatırken bile heyecanlanıyor. “Sahneye çıkmadan önce o kadar çok prova yaptık ki… Bütün gün saatlerce, defalarca aynı şeyi çalışıyorsun. O kadar alışıyorsun ki, sahneye çıkınca da her türlü yaparsın sanıyorsun ama öyle olmuyormuş… Kalabalığın çok güçlü bir enerjisi var. Hiç ses duyamasan bile izleyici karşısında o sahneye adım attığın an meğer her şey değişiyormuş. Kalp ritmin değişiyor, psikolojin değişiyor. Aklından geçen binlerce zihin oyunuyla mücadele ediyorsun… Ezgi (Mola) ve İbrahim (Selim) oyun bittikten sonra çok sakin görünüyordun dedi ama aslında kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Hayatım boyunca bunun eş duygusunu yaşamadım. O kadar heyecanlanıyorsun ki… Bedenin beynine oyunlar yapıyor. Dudağın kuruyor, ağzın kuruyor, öksürme hissi geldi sanıyorsun. Yapamayacağını düşünüyorsun. Şarkıya gireceksin, sözleri unuttun sanıyorsun. Konuşurken, bir sonraki cümleni hatırlamayacaksın gibi oluyor. Aynı zamanda tümü o kadar otomatiğe girmiş ki, sen bunları düşünürken aslında her şey akıyor….”
Alice müzikalinin biletleri Mayıs’a kadar tükenmiş durumda. Bazı dönemler haftada üç dört gün üst üste oynanacak. O zaman rahatlayacağını, tadını tam olarak çıkaracağını düşünüyor.
Bu işlerin arka planında çalışanlardan biri olarak bu projenin bence en değerli yanından bahsediyorum: Bu sayede bir yandan birçok gizli yetenek de özgür bir yaratma alanı bulmuş olmalı… Multimedyasını tasarlayanlar, sahne dekorunu ve kostümleri yapanlar, Beyhan Murphy dansçıları, arkadaki orkestra… Aynı zamanda müzikal o kadar popüler oldu ki, şehrin tiyatro sahnesine de etki etti. Sahne sanatları şu anda altın sezonunu yaşıyor, pek çok oyun kapalı gişe devam ediyor. “Bu bana söyleyebileceğin en güzel şeylerden biri” diyor Serenay ve ekliyor “Ayşe (Barım) sağ olsun bana çok inandı. Bu hayalimizi gerçekleştirecek tüm altyapıyı o kurdu ve ekibe dahil olan herkes ‘biz neden dünya standartlarında bir iş ortaya çıkaramayalım’ duygusuyla çalıştı. Ona göre kendimize inandık, gayret gösterdik. Böyle bir kafayla girince de A’dan Z’ye hepimiz işi sahiplendik. Hepimiz kendimizden bir şey katmak istedik. Bize böyle bir fırsat verildi ve yapabileceğimizi göstermek istedik.”
Çekim sırasında bir şey daha dikkatimi çekiyor. Serenay Sarıkaya ağırladığımız bir konuk gibi değil de bizden biri gibi çalışıyor. Sorumluluk alıyor. Her kareden sonra nasıl olduğunu, tam olarak ne istediğimizi soruyor, çıkan sonuçlara bakıyor, bizimle birlikte yorumluyor, daha iyisi için uğraşıyor. Biz ise onu hayalimizdeki kadın olarak göstermeye çalışıyoruz. Zamansız, seksi, modaya ve sanata yakın, sürreal bir sahnenin odağında… Giyindiklerine bürünüyor, oyuncu gibi değil, model gibi poz veriyor… Sanırım o içine girdiği her işte elini taşın altına koyuyor. Hızla gelişmesinin sebeplerinden birinin bu olduğunu düşünüyorum. Bunu ona da söylediğimde, bir yandan bilgisayarın başında fotoğraflarına bakarken cevaplıyor. “Başka türlüsü de muhtemelen elimden gelmez. Evet ben bir değerim ama çok değerli, işinin ehli insanlarla çalışıyorum ve onlara teslim olmak zorundayım. Kendimi doğru ellere bırakıyorum. Özellikle sahne tecrübesiyle bunu daha da iyi anladım. Dizi ya da film çekerken, rolünü yaparsın, kayıt durunca istersen gidip çekilenlere bakabilme imkanın vardır ya da bir hafta sonra televizyonda kendini izleyebilirsin ve içine sinmeyen şeyleri bir sonraki çekimde düzeltme şansın var. Ama sahnede kendini görmek gibi bir şansın yok. Bir hamur gibi kendini yönetmene teslim ediyorsun. Eksiği de fazlası da onun vizyonuna ait. Onun için çok farklı bir tecrübe. Oyunculukta ve dansta güven egzersizi vardır. Gözlerini kapatırsın ve kendini tamamen arkandakine bırakırsın. Gerçekten ben de şu an tamamen kendimi bırakmış durumdayım. Emin ellerdeyim, bu konuda çok şanslıyım.”
Alice’in en sevdiği yanını soruyorum. “Alice bir rüyayı yaşıyor. Rüyada kural yok. Doğru ya da yanlış ya da alışılagelmiş şeyler çok olmadığı için, içindeki duyguları ve yansımaları taşkınca ve özgürce yaşamasını seviyorum. O yüzden oynarken de çok eğleniyorum. Hakikaten kendimi o dünyanın absürdlüğüne bırakıyorum. Zaten vermeye çalıştığımız ana mesaj da bu. Hayatı, durumları, olayları özgürce deneyimlemek. Yarattığın önyargılar ve korkular tamamen seninle ilgili. Karşına gelen her neyse, ona kendini açıp, onu deneyimlemeye odaklandığın zaman sana mutlaka bir şeyler katacaktır.”
O halde diyorum, senin yolculuğun nereye, neler hayal ediyorsun? “Elbette planlar yapıyor, hayaller kuruyorum ama aslında birtakım şeyleri akışa bırakmayı seviyorum. Daha doğrusu evrenin bana gönderdiği mesajları algılamaya çalışıyorum. Yolculuk denen şeyin biraz da bu olduğunu düşünüyorum.”
BİRAZ DAHA SERENAY
Ve set arası bazı sohbetler… Serenay Sarıkaya hiç bilmediğimiz hangi konuda iyi? “Değişik dilleri öğrenmek konusunda iyiyim. İlk Adanalı dizisinde oynamıştım ve bir Yunan kızını canlandırmam gerekiyordu. Yunanlı bir kızla birkaç hafta çalıştık ve ben cümleler kurar hale geldim. İlk repliğimi hiç unutmam. Yunanistan’a gittiğimde oradaki arkadaşlarıma söylediğimde aksanıma şaşırıyorlar (diyor ve o sırada repliği söylüyor). Peki hangi konuda kötü? “Küsemem, kızamam, olanları hemen unuturum. Birine bozulurum ama bir dahaki görüşümde hiçbir şey olmamış gibi davranırım. Sonra da kendi kendime ‘bari biraz daha tutsaydım kendimi’ derim.”
“Oscar’ı kim alsın?” diye soruyorum ve aynı anda cevaplıyoruz “Lady Gaga!” İkimiz de Gaga’ya hayranız, hatta ben her projeye böyle tutkuyla bağlanmalarını, çevresindekilere çok değer vermelerini, her seferinde kendilerine bir şey katmalarını benzetiyorum…
Serenay Sarıkaya olmak isteyen milyonlarca kız var; sence neyi bilmeleri önemli diyorum. Kızlar dinleyin: “Asıl dikkat etmeleri gereken şey bence kendileri olmaları. Kendi gibi olmaları, kendi yollarını çizmeleri. Her şey kendini kabul etmekle başlıyor. Benim dışarıdan bu kadar kendiyle barışık ve bir şeyleri başarmış gibi görünmemin sebebinin bu olduğunu düşünüyorum. Ben o tür sınavlarımı ve mücadelelerimi çok erken verdim. Kendini yüzde yüz kabul etmeden herhangi bir konuda başarılı olunabileceğine inanmıyorum. Ne zaman kendinle derdin bitiyor, o zaman çevrenin ne dediğine göre hareket etmeyi de bırakıyorsun. İnsan bence en çok ‘başkaları ne düşünür’ diye yaşadığı zaman hata yapıyor ve kaybediyor. Kendinizi, yapabileceklerinizi, sınırlarınızı sizden daha iyi bilen kimse olamaz. Neyi yapıp yapamayacağınızı bildiğiniz zaman güçleniyorsunuz. ‘Yapamazsın’ diyenlere inat başarıyor ve bunu herkese gösteriyorsunuz.”
Yeni tanıştığı birine saygı duymasını sağlayacak ilk işaret ? “Konuşma biçimi, insanlara hitap ve davranış biçimi.” Güzelliğinden çarpıldığı bir kadın? “Charlize Theron… O ne ya. Ayıp!” Hangi moda tuzağına asla düşmez? “Biker taytlar, hani tam dizde olanlar.”
Bir ‘guilty pleasure’ itirafı? “Evde yalnız kaldığım zamanlar, bazen damar bir şarkı bulup sesi sonuna kadar açarım. Bağıra bağıra da söylerim. Nasıl bir bellek varsa, hepsini de ezbere bilir mi insan! Bazen o damar ötesi şarkıları özlediğimde taksiye binerim. Ne dinliyorlar bakarım, sesi açmalarını rica ederim. Yolda sohbet muhabbet, şarkılar…”
Serenay Sarıkaya röportaj boyunca Alice’in heyecanını taşıyor, sık sık hayalini gerçekleştirdiği için duyduğu mutluluğu dile getiriyordu. Bana kalırsa o da hem hayal gibi hem de tam olarak ihtiyacımız olan genç kadın. Güleryüzü, çalışkanlığı, yapıcılığı, tevazusu, güzelliği, güzelliğinden de daha güzel olan enerjisiyle… Daha önce röportaj yaptığım hiç kimseyi yüzüne karşı bu kadar övüp durmamıştım ama müzikalde içime kaçan anneanne, röportaj bitene kadar benimleydi. Bazen o kadar çok konuştum ki, ona ne söyleyeceğini unutturdum. Zaafımı bağışla Serenay, hep hayranlığımdan…
Yazı: Zeynep Üner
Fotoğraf: Koray Birand
Moda Editörü: Oğuz Erel
ELLE , Mart 2019 sayısından alınmıştır.
Deri siyah tulum, PHILIPP PLEIN.
Topuklu ayakkabı CALVIN KLEIN 205W39NYC.
Pırlanta taşlı küpe, Art Deco koleksiyonuna ait pırlantalı bilezik, Art Deco koleksiyonuna ait pırlantalı saat, hepsi, HARRY WINSTON.
Kristal bluz, ALICE&OLIVIA/BEYMEN.
Deri pantolon,MSGM/BEYMEN.
Deri kemer, ALEXANDER MCQUEEN.
Topuklu ayakkabı, ISABEL MARANT.
Parentesi koleksiyonuna ait pırlantalı kolye, Serpenti Eyes On Me koleksiyonuna ait zümrüt ve pırlantalı bilezik, Serpenti koleksiyonuna ait zümrüt detaylı küpe, hepsi BVLGARI.
Mini deri elbise, ZEYNEP ARÇ AY.
Eldiven, MAX MARA.
Zebra desenli çorap, CALZEDONIA.
Kemer, ACADEMIA/BEYMEN.
Ayakkabı, GIUSEPPE ZANOTTI/BEYMEN.
Winston Cluster koleksiyonuna ait pırlantalı küpe, Art Deco koleksiyonuna ait bilezik, Pırlantalı Semira saat, hepsi HARRY WINSTON.
Sarı renkte deri elbise ve kemer, ikisi de VERSACE.
Beyaz açık stiletto SAINT LAURENT by ANTHONY VACCARELLO/BEYMEN.
Siyah tafta elbise, VALENTINO
Beyaz stiletto, BALENCIAGA.
Dantelli çorap, PENTİ.
Serpenti koleksiyonuna ait pırlantalı kolye, Serpenti koleksiyonuna ait pırlantalı yüzükler, hepsi, BVLGARI.
Simli ceket, ISABEL MARANT/BEYMEN.
Triko üst, ACADEMIA/BEYMEN.
Pantolon, MAX MARA.
Deri eldiven, HAKAN AKKAYA.
Taşlı broşlar, hepsi, GAZZAS.
Deri büstiyer, ZEYNEP TOSUN/GIZIA GATE.
Dantel gömlek, ZEYNEP ARÇAY.
Deri etek, COMMON LEISURE.
Dantel çorap, CALZEDONIA.
Küpe, BALENCIAGA/BEYMEN.