Yazı: Selin Miloşyan
İlk defa Elle Türkiye’nin kapağına ve iç sayfalarına konuk olduğu bu çekimle içindeki enerjik, deli dolu ve neşeli kadını azad ettiğine şüphe yok. Oysa ki ilk bakışta ne kadar sakın ve durgun görünüyor... Bunda çekim boyunca kıyafetlerini taşıdığı, sokak stilinin en şık temsilcilerinden Les Benjamins’in özgür ruhunun, markanın rahat, renkli ve sportif parçalarının etkisi olduğu apaçık. Fotoğraflara olduğu kadar röportaja da yansıyan samimiyeti, coşkusu ve heyecanıyla karşınızda Ayça Ayşın Turan.
Biz gazeteciler ve dergiciler röportaj öncesi hakkında kalem oynatacağımız kişi ile ilgili bilgi edinir, karıştırır, araştırır, okuruz. Ve sohbete başladığımızda kafamızda az çok bir fikir vardır karşımızdaki insanla ilgili; belki duygularını, ruhunu bilmeyiz ama en azından sohbeti götürecek kadar data toplamışızdır hakkında. Bunu herkes yapar ama en güzeli onu orada sohbet ederken tanıyabilmek ve bunu en öznel şekilde yansıtabilmektir. Yoksa sizler her yerde aynı bilgileri okur durursunuz.
Ben de her seferinde aynı yolu izliyorum ve her tanıştığım kişiyle yeni bir keşfe çıkıyorum. Bu defa benim hakkımda da küçük bir araştırma yapıldığını duyunca hem çok şaşırdım hem de sevindim. Hem madem bir editör “dedektiflik” yapıyor neden soruların muhatabının da buna hakkı olmasın?
Ayça Ayşin Turan’la ilk karşılaşmamız benim ona soru sormamla değil, onun hakkımda bildiklerini anlatması, muzip gülüşüyle benim ne kadar romantik yazdığım, yazı dilim hakkında çeşitli yorumlar yapmasıyla başladı. En son geçtiğimiz ay Hazal Kaya ile gerçekleştirdiğim röportajı okumuştu. O yumuşak ve derinden gelen sesiyle konuştukça itiraf edeyim ruhum okşandı, rolleri değiştirip biraz daha beni anlatmasını çok isterdim ama... İnsanın kendini başkasının, hele ilk karşılaştığı bir yabancının gözüyle görmesi ve bu duyduklarının ne kadar doğru tespitler olduğunu fark etmesi ne hoş. Ayça Ayşin Turan’ın gözlemci, detaylara önem veren bir genç kadın olduğunu daha tek bir soru sormadan anlamıştım... İlk hissiyat önemlidir ve çoğunlukla doğrudur.
Güzel bir başlangıçtı ve böyle devam etti, aynı güzellikte, Ayça Ayşin Turan’ın dingin ve yumuşak karakterinin izinde ve elbette bana göstermek isteyip benim hissettiklerim çerçevesinde...
KENDİNİ ELEŞTİREN BİR OYUNCU
Çok heyecanlıydı, ELLE Türkiye dergisine kapak olacaktı ve bu heyecanını gizlemek gibi bir derdi yoktu çünkü duygularını açığa çıkarmaktan korkmayan bir oyuncu Ayça Ayşin Turan. Tıpkı oyunculuğunun hakkını verdiği gibi bence röportajın da çekimin de hakkını verdi.
“Küçük çapta bir gerginlik var üzerimde” diye başladığı sohbete “acaba kendimi iyi ifade edebildim mi?” gibi aslında mükemmeliyetçiliğe kaçan ve kendini sorgulayan bir duyguyla devam eden Ayça oyunculuğunda da aynı hissiyatı yaşıyor: “Kendimi çok eleştiriyorum. Dolayısıyla bir sahne bittiğinde aslında o sahne (benim için) bitmiyor. Devamında kritiğini yapıp bin kere üzerine düşünüp, ‘şurada şunu yapsaydım daha mı iyi olurdu?’ diye sorguluyorum. Üzerine çok fazla düşünüyorum.
Önceleri bunun mükemmeliyetçilik olduğunu sandım ama sonrasında hiç de mükemmel bir şey olmadığını fark ettim. Böyle bir şey aramıyorum ama elimden gelenin en iyisi için çaba harcıyorum. Aslında hayatın mükemmel olmadığını, kendi akışında gerçekleştiğini bilsem ve bu eskiden bana zorluk yaratmış olsa da, artık bunu pozitif bir anlayışla işime yönlendirdiğimi rahatlıkla söyleyebilirim.
Gerçekten çok çalışıyorum. Beğendiğim aktörlerin ve yönetmenlerin oyunculuk üzerine fikirlerini, düşüncelerini okumaya ve araştırmaya başladım, onların da devamlı benzer söylemleri olduğunu gördüm ve ‘hep kendini geliştir’ öğretisini listemin başına koydum. Sete gittiğimde bin tane fikir dans ediyor kafamda ‘bunu böyle yapalım şunu şöyle yapalım’ diye.
Zaten iş başlamadan önce oyuncu koçumla vakit geçiriyorum. O karakteri gerçekten canlandırmak istiyorsanız bir süre sonra onun gibi düşünmeye, o olmaya başlıyorsunuz; işte bunun adı çok çalışmak. ‘O nasıl hareket eder, nasıl kalkar, nasıl oturur’ diye düşünüyor ve ardından onun sizin bedeninizde nefes alıp verdiğini görüyorsunuz. Çalışmadığınız sürece yerinizde sayarsınız, bu her meslekte böyle. Ben de üzerinde bol bol düşünerek canlandırdığım karakteri farklı dokunuşlarla süslemeye gayret ediyorum.”
Bu zor değil mi? “Baştaki hikayede yaratılan karakter zaman içerisinde bağlamından koparak kimliğine ters düştüğünde, bunu sağlıklı olarak taşımaya çalışmak en büyük zorluklardan. Zor evet ama düşünsenize birçok karaktere bürünebiliyorsunuz, bu aynı zamanda çok eğlenceli. Başka başka insanlara hayat veriş sürecini doğum sancısına benzetiyorum ben. Oldu mu? Olacak mı? Çıkardıktan sonra da üstüne koyarak evriliyor her şey.”
“HALİDE’DEN SEÇİM YAPMAYI ÖĞRENDİM”
Şimdiye kadar birçok kadın çıkardı içinden, farklı karakterler hayat buldu bedeninde. Karagül’de Ada, Hakan Muhafız’da Leyla, Zemheri’de Firuze ve en son da Halide’yi doğurdu Ayça Ayşin Turan, Arıza dizisiyle. Geçtiğimiz Eylül ayında Show TV’de yayımlanmaya başlayan Arıza’da başrollerini Tolga Sarıtaş ile paylaşıyor.
Biz bu röportajı yaptığımızda seyirci dizinin henüz ilk bölümünü izlemişti. Ayça’nın yeni bir işe başlamaktan doğan heyecanı henüz kulağına çalınan olumlu tepkiler ve tebriklerle mutluluk ve tatmin duygusuyla katlanmıştı. Çekimde ve röportaj sırasında bu enerjiyi hissetmek de ayrıca güzeldi.
Halide’yi ve Arıza’yı onun gözünden dinleyelim:
“Arıza’nın senaryosunu ilk okuduğumda salt erkek işi izlenimi vermedi bana. Duygusuyla, aksiyon-drama tarzıyla, hikayesiyle beni çekti. Bunda bir şey var dersin ya ilk okuduğunda... Halide de çok derinliği olan bir karakter, ciddi travmalardan geçmiş; annesi ve kardeşleri gözünün önünde katlediliyor ve buna rağmen ayağa kalkıp hayata devam ediyor ve hatta doktor oluyor.
Hani insan önemli bir olay yaşar ve ardından iki yol çıkar karşısına, iyiyi ya da kötüyü seçmek gibi.
Halide kendini insanları iyileştirmeye adamış, bu beni çok etkiledi. Birçok kişiyi uçurumdan aşağı sürükleyebilecek bir travmayı pozitif bir şeye dönüştürmüş, hem kendi hayatını, hem de başkalarının hayatını kurtarmayı başarmış. O olmak istedim. Erkek dünyasının içinde varolan bir kadın duruşunu da çok sevdim. Halide bazen âşık olduğu adamla, bazen çok sevdiği babasıyla karşı karşıya gelecek.”
“Neler öğrendin Halide’den?” diye soruyorum: “Hep bir seçimim olduğunu öğrendim. İnsan hayatta birçok şey yaşayabiliyor, kadersel olarak başına ne gelirse gelsin, iyi de kötü de olmak ya da kendini bambaşka bir dünyaya sokmak kişinin tercihi. Hangi yolda ilerleyeceğimizi biz seçiyoruz.” Peki Ayça hangi seçimlerle devam ediyor hayatına? “Hiçbir kararımdan pişman olmamaya ve keşke dememeye özen gösteriyorum. İstediğim şeyi biliyorum ama çok fazla üzerine düşünüp işin sağlamasını yapıyorum. Kısaca karar veriyorum ama karar verdikten sonra da doğru mu değil mi diye kafa yormaya devam ediyorum.”
Yaptığı en cesur seçim neydi? “Oyuncu oldum, daha ne yapabilirim” diyor gülerek...
Diziye dönersek, Tolga Sarıtaş işin neresinde? “İkisi aslında kader ortağı. Halide taksici rolündeki Tolga Sarıtaş’ın yani dizideki ismiyle Ali Rıza’nın taksisini çeviriyor. Halide’nin o gece yaşadığı tatsız olayların akabinde taksiye binmesi, aslında Halide ve Ali Rıza’yı; daha büyük, daha zor ve karmaşık durumların içine taşıyan zincirin ilk halkası. Ve bu, birlikte üstesinden gelmeleri gereken bir dizi olayın da başlangıcı.
10 PARMAĞINDA 10 MARİFET
Kalabalık bir ailede Sinop’ta büyümüş Ayça, tam yedi kardeşler. Sıcakkanlılığı, duygusallığı ve nahifliği bence hem Karadenizlilikten hem de tattığı aile sevgisinden geliyor. “Arkadaş arayışına girmedim, kendimi hiç yalnız hissetmedim” diye anlatıyor. Hikaye, “oyunculuk çocukluk hayalimdi” ya da “ilk defa okulun tiyatrosunda sahneye çıktım” diye devam etmiyor, hayır. “Oyunculuk işin içine girdikten sonra beni cezbetti.
Küçükken henüz tam olarak algılayamıyordum oyunculuğu. Ama sanatla ilgili bir şeyler yapacağımı, müzik, kamera arkası ya da yönetmenlik gibi bir dünyanın içinde olacağımı biliyordum. Yedi yaşındayken annemin teşvikiyle keman dersi almaya başladım. Ardından da konservatuara girerek Türk Sanat Müziği okudum.”
Buğulu bir sesi varmış ve Arıza dizisinin ilk bölümünde sadece oyunculuğunu değil sesini de konuşturmuş, üniversite konseri sahnesinde Yaşar Güvenir’in Çaresizim Çaresiz’ini cover’layarak seslendirmiş. Çok yönlü olmak, oyunculuğunu aldığı sanat eğitimiyle tamamlamak, hepsi Ayça Ayşin Turan’ı biricik yapan, kariyerinde onu bir adım öne taşıyan detaylar.
Şu sıralar bir de İstanbul Üniversitesi’nde Adalet bölümüne devam ediyor. “Sanat eğitimi almış olmam bakış açımı değiştirdi, herkesin göremediği detayları görebilme ve hayatı bambaşka bir şekilde yorumlama yeteneğini geliştirdi.”
Bir çocukluk hayali olarak başlamasa da “zamanla ve tecrübeyle tutkuya dönüştü, hayat motivasyonum” dediği oyunculukta “uç karakterleri canlandırmak, performansını sonuna kadar sergileyebileceği roller”de göstermek istiyor kendini. Çalışkanlık ve tutkudan söz ediyor. Peki ya hırs?
ANLAYIŞLI, DİNGİN AMA MESAFELİ
“Hırslı değilim. Azimliyim. Hırs kelimesi beni her zaman çok rahatsız etmiştir. Azimli ve çalışkanım. ‘Biri şunu yapmış, ben de hemen yapayım’ gibi bir duygum yoktur mesela. Sadece ‘Ne kadar başarılı olmuş. İnşallah ben de bir gün aynı başarıya ulaşırım’ hissiyatı taşırım.”
Aslında duygusallığından, yumuşak başlılığından, setteki pozitif davranışlarından bunu tahmin edebiliyor insan. Sohbet su gibi aktıkça onun düşünce, karakter ve bakış açısı olarak olumsuzluktan uzak olduğunu ve hakkında daha birçok şeyi tahmin edebiliyorum. Sezgileri kuvvetli. Çekime gelmeden önce yaptığı küçük çaplı araştırmadan hikaye anlatır gibi yazı yazdığım, seçtiğim kelimelerden nasıl biri olduğum hakkında tahmin yürütebilmiş ama benimkiler de fena değil. Yine de ısrar ediyorum, “kendini anlat” diyorum.
“Çok sabırlıyım. Ama bazen bundan hoşlanmıyorum çünkü olumsuz bir durum olduğunda içime atıyorum, duygular birikiyor ve alakasız bir yerden çıkıyor. İnatçıyım bazen, işim konusunda özellikle. Sakin ve huzurlu bir tarafım da var. Bazen çok heyecanlıyımdır ama bunu yansıtamam, karşı taraf sakin olduğumu sanır ve şaşırır. Bunun dışında saygısızlığa tahammülüm hiç yok. Çok anlayışlı bir insanım ama bu karşı taraftan yanlış anlaşılıp suiistimaledilince bir duvar çekmek zorunda kalıyorum. Gerçekten kibar, anlayışlı, dingin bir yapım var ama mesafemi de koruyorum.”
Mutluluğu soruyorum, mutlulukla nasıl bir ilişkisi olduğunu: “Mutluyum. Çok garip bir süreçten geçiyoruz ve başlarda ne olduğunu tam anlayamamıştım. Ama zamanla ne istediğimi bildiğim, kendimle ilgili kararlar alabildiğim ve onları uygulamaya çalıştığım bir döneme dönüştü bu süreç. Pandemi böyle bir etki yarattı bende. Önceleri karşımdakine bir şey diyemezdim, kırmayayım duygusu çok vardır bende, empati yeteneğim oldukça güçlü. Ama şimdi daha netim, neyi isteyip istemediğimi açıkça dile getirebiliyorum.”
Ayça’nın duru sesinin eşlik ettiği bu hikayeyi burada bitiriyorum. O ses ki hem müziğine, hem oyunculuğuna hem de hayattaki sağlam duruşuna çok yakışıyor.
Onun sesini Türkiye’de daha birçok projede, yurtdışından aldığı teklifler sayesinde dünyada ve sanatın farklı dallarında duymaya devam edeceğiz.
Fotoğraflar: ALİ YAVUZ AT
Moda Editörü: AYÇA ELKAP