Pandemi sürecinin ve yayıncılık kariyerimin en unutulmaz anılarından biri; Charlize Theron’la telefonda yaptığım bu röportaj olacak. Buluşma sebebimiz 10 Temmuz’da Netflix’te yayınlanacak olan, Theron’un hem başrolü hem de prodüktörlüğünü üstlendiği The Old Guard filmi. 6000 yaşındaki Andromache of Scythia, yani Andy’nin kendi gibi ölümsüz ekibiyle birlikte her şeye rağmen dünya için uğraştığı ve günümüzde geçen, aslında fantastik ama son derece gerçekçi duygular barındıran aksiyon filmi. Fakat röportaja geçmeden önce, müsaadenizle bu yazıyı yazdığım odadan çıkıp, şöyle bir bağırmak istiyorum “Charlize Theron’la röportaj yaptım!”
En beğendiğim, en hayranı olduğum, giyiminden saç/makyajına... tavrından en çok ilham aldığım Hollywood yıldızıyla pandemi olmasaydı yüz yüze olarak planlanan bu 20 dakikalık buluşma, Mayıs ayında telefonda gerçekleşti. O, Los Angeles’taki evinde, ben Kilyos’taki evimde iki aydır karantinadaydık. Telefonda konuşmadan önce ajansı “birazdan sizi Charlize’e bağlayacağız” demek için aradı. Arada birkaç kişiye daha merhaba dedim ve son “Hi” o kadar ani geldi ki, onun bağlandığından emin olamayarak bir an duraksadım. Karşımdaki ses bunu hissederek “Selam Zeynep, ben Charlize” diye başladı. 20 yıldır hem Türkiye’de hem dünyada gerçekten çok fazla röportaj yaptım ama hiç 16 yaşındaki ergen heyecanına kapılmamıştım. Bu da oldu… The Devil’s Advocate döneminden beri (yani yıl 1997) neredeyse her röportajını, katıldığı şovları takip ettiğim için karakteri bana sürpriz olmadı. Telefonun diğer ucunda çok neşeli, çok hoşsohbet, çok mütevazı biri vardı. Hatta onun aksine ben görkemli Amerikan efektlerinden uzak sade tepkilerim, heyecanımla oldukça kurumsal bir on dakika geçirdim. Neyse ki bir kırmızı halı sorusunda kendime geldim. “Aslında benim saçım da aynı sizinki gibi. Maalesef tek ortak yanımız bu…” demiş bulundum. O da kahkahayı patlattı. Bu noktadan sonra oyuna girdim ve aslında daha birçok ortak noktamız olduğu ortaya çıktı. Her ikimiz de iki aydır evde karantinadaydık, gelecekle ilgili kaygılarımız vardı. Her ikimiz de kadınların güçlenmesi konusunda hassastık. Kadınların bir arada olmasından çıkan güç bize heyecan veriyordu, onları bir araya getiren işler peşindeydik, kadınların gördüğü şiddet konusunda her ikimiz de kendi dünyamızda adımlar atıyorduk. Her ikimiz de aksiyon filmi seviyorduk ve her ikimiz de kadın başrollerin bu filmlerin yüzünü değiştirmesinden memnunduk (tabii ben izleyici, o gerçekleştiren kişi olarak).
10 Temmuz’da Netflix’te yayınlanacak olan, Charlize Theron’un başrolünü üstlendiği, bir çizgi romandan uyarlama olan The Old Guard, çok kritik noktalardan merkezine kadın gücünü yerleştiriyor. Filmin prodüktörü de Charlize Theron ve yönetmeni Indie filmlerini çok sevdiğimiz, aynı zamanda sıkı bir kadın hakları aktivisti olan Gina Prince-Bythewood. Filmdeki adının gerçek karşılığı “erkeklerle savaşan” anlamına geliyor.
Charlize Theron filmde 6000 yaşındaki ölümsüz bir savaşçıyı canlandırıyor. Ona kısaca Andy diyorlar ama aslında adı Andromache Of Scythia. Filmle ilgili hoş detaylardan biri de burada. Aslında olağanüstü durumlar ve insanlar var ama bize gösteriliş şekli son derece normal ve gerçekçi. Andy kendi gibi ölümsüz olan bir askeri grubun lideri. Bu ekip çok uzun zamandır dünya için kötülerle savaşıyor. İnsancıl, olgun, ayağı yere basan ve sahada olan bir lider. “Onun fantastik değil, gerçekçi duruşu, yıllarca bu dünyada yaşadığı, her şeyi tecrübe etmiş olduğu için aslında biraz da tükenmiş, umudunu kaybetmiş ama hâlâ mücadele ediyor oluşu beni etkiledi, ben de onu vermeye çalıştım” diyor. Tam da bunu verdiği bazı sahneler hâlâ aklımda… Mesela aralarına yeni katılan bir askere kim ve ne olduklarını anlatma şekli. “Nadir bulunan becerileri olan askerleriz”… “diyeyim ki biraz zor ölüyoruz” demesi gibi… Aynı çaylak bir ara soruyor. “Yani iyi misiniz, kötü müsünüz?” Andy cevaplıyor “Hangi yüzyıl olduğuna göre değişir”.
Bu arada filmdeki liderliği ve cool tavrı çok etkileyici. Otoriter ve uzak bir lider değil. Ekibi onun ailesi gibi, hepsini o şekilde sahiplenen tavrı var. Ulaşılmaz değil. Samimiyetle ve canla başla savaşması ekibini ona bağlıyor. Aksiyon ve dövüş sahneleri için uzun bir süre ilk John Wick’te Keanu Reeves’i çalıştıran ekiple çalışmış. Yani dublör yok. Ve dünyanın aynı zamanda en güzel kadınını böyle bir askeri lider gibi görmek, bence onu sadece daha da çekici yapıyor.
Bu arada hani Amerikan filmlerinde İstanbul’u görünce, Türkiye’yi duyunca bir hoşa gitme refleksimiz olur ya, burada da öyle bağ kuracağımız bir sahne var. Filmin ilk sahnelerinden birinde Andy ağzına bir baklava atıyor ve hangi yöreden geldiğine ve içeriğine kadar söylüyor. Filmde ölümsüz bir paralı asker ekibinin lideri olan Andy’nin en sevdiği şey bu baklava.
Daha fazla spoiler vermeden röportajın soru cevap kısmına geçiyorum ve sevgili ELLE okuru, kendimi çok şanslı hissediyorum. Charlize Theron da beni gördü :)
YAZI: ZEYNEP ÜNER
FOTOĞRAFLAR: MARIO SORRENTI
STYLING: GEORGE CORTINA
Saç: Enzo Angileri/ Cloutier Remix
Makyaj: Kate Lee/ Wall Group
Manikür: Lisa Jachno/ Aim Artists
Set tasaırımı: Phillip Haemmerle
Prodüksiyon: GE Projects
The Old Guard’ı birine nasıl anlatırdın?
Çok uzun zamandır “yaşayan” bir paralı asker ekibi. Açıklanamayacak bir şekilde birbirlerini bulmuşlar. Birlikte çalışıyor ve dünyanın iyiliği için savaşıyorlar.
Canlandırdığın Andy rolü de dahil olmak üzere film, güçlü kadınları merkezine alıyor. Yönetmeniniz Gina da sağlam bir aktivist. Tüm bunlar filmi hayata geçirmende ne kadar etkili oldu?
Filmde çok potansiyel gördüm. Hem global hem çok farklı ve kapsayıcı bir iş yapabileceğimiz bir çalışmaydı. Denver and Delilah Productions olarak (sahibi olduğu film prodüksiyon şirketi) böyle keşif projelerini seviyoruz. Biz bu filmle farklı bir dünya yaratabileceğimizi, farklı yerlere seyahat edebileceğimizi ve herkese bir hikaye anlatabileceğimizi düşündük. Kendi içimizde de bu hikayeyi en iyi nasıl anlatacağımız üzerine keşifler yapmak mutluluk vericiydi. Ve evet, filmin merkezinde Gina Prince-Bythewood gibi muhteşem kadınlar var. Fantastik bir filme göre oldukça gerçek, olağan bir dünya hissi veriyor The Old Guard…Filmin kesinlikle gerçekçi ve ayağı yere basan tarafı var ve bu benim için en önemli konulardan biriydi. Projede yer alan her birimiz filmin duygusal olarak da hikaye olarak da gerçek olması için masaya oturduk ve buna uğraştık. İnsan olmayan duygular izlemeyecek ve kendileriyle ilişkilendirebilecekler diye umuyorum.
Filmlerinizdeki karakterler genellikle bir mesaj veriyor. Özel hayatınızda da kadınlara yardım eden ve güçlendiren projelerde ve sosyal yardımlarda bulunuyorsunuz. Filmlerinizle de özellikle böyle bir bağ olsun istiyor musunuz ya da o tarz projeler mi seçiyorsunuz?
Bu biraz hassas bir soru. Çünkü filmlere politik düşüncelerimi, inançlarımı koymuyorum, koymak da istemiyorum. Sonuçta belgesel filmler yapmıyorum, “entertainment” filmleri yapıyorum. Anlattığımız hikayelerin insanlarla bağ kurarak güçlendiğini görmek müthiş. Bu filmlerde hepinizin hislerinin, hepinizin dünyasının, yaşadıklarının yansıması var. Ama hiçbirimizin bire bir inançlarından, görüşlerinden ortaya çıkmıyor. Mesela Bombshell’de canlandırdığım Megyn Kelly, filmde benim inançlarımın bir yansıması değildi. Ama -filmde işlenen- dünyamızda cinsel tacizin tolere edilmemesi gerektiğine inanıyorum, evet. Bir sanatçı, herhangi türdeki bir sanatçı; içinde çeşitli inançların olduğu unsurlarla ve duygularla çalışır. Ben de öyle yapıyorum. Bu yüzden hassas ve tuzaklı bir soru bu. Mesela Monster’daki karakterime ve performansıma bakıyorum. Orada da ‘hmm evet inandığım her şey bu filmde, bu karakterde’ demedim. Ama bir sanatçı olarak o karaktere her şeyimle girmem, onun insanlığını, acısını keşfetmem gerekiyordu, onu yapmaya çalıştım. Yani açıkçası ben anlatmak istediğim hikayelerde gerçek insanlığı arıyorum, bununla ilgileniyorum.
Andy karakteriyle benzerlikleriniz var mı?
Aslına bakarsan, hele ki şu günlerde hepimiz onun o hafif alaycı, ayağı yere basan, karamsar haliyle bağ kurabiliriz. Dünya nereye gidiyor, kim iyi, kim kötü, hakikaten birilerinin umurunda mıyız? Ben de bu duygularla bağ kurabilirim şu an. Andy bir kavşakta. 6000 yılda eminim en azından birkaç kez daha o kavşakta kalmıştır, tükenmiş hissetmiştir. Bazen ben de öyle hissediyorum… Biliyorsun birçok organizasyonda çalışıyorum. Afrika ile ilgili vs… Birçok zaman yokuş yukarı kaya itiyor gibi hissediyorsun. Ve dünyanın umurunda değil. İnsanlar ölüyor diye bağırıyorsun, sanki kimse dinlemiyor. Bazen hiçbir şey değiştiremiyorsun ama yine de uğraşıyorsun. Andy’de de bu var işte.
Bunu söylemek zorundayım, filmdeki karakteriniz Andy’nin en sevdiği tatlı baklava. Bir Türk olarak mesela beni o sahnede hemen kazandı!
Evet! Baklavayı ben de çok severim bu arada…
Türkiye denince aklına başka neler geliyor?
Türkiye denince aklıma kazınmış, uzun tatilim geliyor. 2005 ya da 2006’ydı. Bir ay kaldım. Akdeniz’den doğuya doğru araba yolculuğu yaptık. Otellerde, lokal evlerde, küçük otellerde kaldık. Herkes inanılmaz sıcaktı, hayatımın en unutulmaz tatillerinden biriydi, ciddiyim.
Ve şimdi bunu da sormalıyım. Sen bizim kırmızı halı ikonumuzsun. ELLE bir yana, sadece ben bile yüzlerce kez Instagram’ımda fotoğrafını post ettim. Çünkü hep en şık, en çekici olandın. Kırmızı halı günlerinde sen nasıl hissediyorsun?
Çok teşekkür ederim, ne kadar incesin ve ne kadar güzel sözler bunlar. İkon kelimesi çok büyük! Ben durumu öyle algılamıyorum. Çok uzun zamandır hayatımda olan, çok iyi bir ekibim var. Aslında kırmızı halı onların becerisi. O günlerde ben birkaç adım geri atıyorum ve onların işini yapmasını izliyorum. Hem işlerini iyi biliyorlar, hem beni çok iyi tanıyorlar. Dostluk, birbirini çok iyi tanımak sanırım burada çok önemli. Kırmızı halıda hep iyi ve rahat hissederim çünkü orada da daima kendim gibi olurum. Modayı hakikaten çok seviyorum ve takdir ediyorum ve açıkçası o anların tadını çıkarıyorum. Düşünsene, onca muhteşem tasarımcı farklı ve çok güzel görünmen, kendin gibi olman için aylarca çalışıyor. Bir kıyafet tasarlıyorlar, onu sadece sen giyiyorsun ve bir ömür Oscar tarihinde kalıp hatırlanıyor. Bu çok özel bir şey. Hep şanslı, mahcup, mutlu hissediyorum ve onca insanın emeğinin hakkını vermeye çalışıyorum.
Sence bu süreçten “eve” ne götüreceğiz, ne öğrendik?
Of… Öyle bir zaman ki… Benim iki tane ufak çocuğum var ve şu an ne zaman, nasıl normale döneceğimizi düşünüyorum… Tekrar neleri, nasıl kurgulayacağımızı. El yıkama rutinimize bile baksana nasıl bir hal aldı. Şimdi her şeyi, tüm sosyal fonksiyonlarımızı yeniden kurgulamamız gerekecek. Nasıl kucaklaşacağız, nasıl el sıkışacağız, kalabalıkta ne yapacağız… Global sahneye baktığımızda ise gerçekten ama gerçekten büyük değişikliklere ve dengeye ihtiyacımız olduğunu görüyorum. Böyle olağandışı durumlara, sağlık tehditlerine hazırlanmalıyız ve dünya liderlerinin bu konuyu yönetmesi konusunda şanslıyız diyemeyeceğim. Biz bu tür bir salgına hazır değildik ve nasıl hazır olacağız bilmiyorum. Bir de şu yanı var; çok ama çok fazla insan bu salgından etkilendi, çok fazla kayıp verdik ama bir yandan biz durduğumuz için Hindistan’dan ilk defa Himalayalar göründü. Biz nasıl orta yolu bulacağız, biz nasıl birbirimize daha çok değer vereceğiz, biz nasıl daha bilinçli olacağız… Onu öğrenmeliyiz. Birçok arkadaşım ve ben de bunu düşünüyoruz; sahip olduğumuz onca şeye aslında ihtiyacımız yokmuş. Hayatta seni gerçekten mutlu edecek şeyler o kadar da çok ve o kadar karışık değilmiş.
Pandemi sürecinde ‘Together For Her/ Her Şey Onun İçin’ kampanyasını başlattınız. Nasıl oldu ve nasıl gelişti? Ve bizim ülkemizde de maalesef bu süreçte evde kadına şiddet arttı.
Bazı bilgilerin bize gelmesiyle kendiliğinden gelişti aslında. Duyduğumda şok oldum; bu süreçte evde şiddet iki kat artmıştı. O kadınların, çocukların yerine koy kendini. Sürekli şiddet gördüğün ve asla kaçamadığın bir hapiste karantinadasın. Maddi imkanın olmadığı ya da çok korktuğun için oradan kaçamıyorsun. İstatistikler korkunç. Güney Afrika’da her üç saatte bir, bir kadın şiddet görerek öldürülüyor. Pandemi bu sayıları artırdı. Ben kadınlar birbirine destek olduğunda çok şeyi değiştireceğine inanıyorum ve biliyorum ki kadınlar birbirine yardım etmek istiyor. Biz yeter ki birbirimize ulaşabilelim. Kampanya bu birleşmelere, kadınların birbirine yardımcı olmasına ve bu bilgileri doğru yerlere ulaştırmaya olanak veriyor. Hadi birbirimizi bulalım ve dünyaya birbirimize iyi baktığımızı gösterelim dedik. Daha sadece ilk haftada inanılmaz güçlü 50 kadından destek aldık. Finansal destek sağladık, çok kişiye ulaştık. Ama verdiği en iyi his birçok kadının “hadi bir şey yapalım ve buna son verelim” dediğini ve azimlerini görmekti. Benimle birlikte birçok kadın bu yönde adım attı.